Feminizmi düşünmek

Paris Hukuk Fakültesi’nde hukuk, Lozan Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi okumuş olan Şirin Tekeli, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi Bölümü’ nde doçent iken, üniversiteleri ‘altar’ a yatıran Doğramacı icadı YÖK nedeni ile 1981 yılında istifa ederek, o yıllarda Türkiye’de yeni gelişmekte olan kadın hareketi içinde aktif yer almıştır. Üniversite sonrası yaşamında Şirin Tekeli, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi, Mor Çatı Kadın Sağlığı Vakıfları, Kadın Adayları Destekleme Derneği (KA-DER), İnsan Hakları Derneği, Helsinki Yurttaşlar Meclisi, Anakültür, Winpeace ve Kadın Hukukçuları Destekleme Vakfı (KAHU-DEV) gibi kuruluşların kurucu üyeliğinde bulunduğu gibi, ilgili alanlarda çeşitli çalışmalara da katılmış bir aktivisttir. Feminizmi Düşünmek, Şirin Tekeli’nin 1980 yılından 2013 yılına kadar çeşitli kaynaklara yapmış olduğu katkılardan derlenmiş ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları arasında içinde bulunduğumuz yılın Ocak ayında topluma kazandırılmış bir eserdir. Bu eser, güçlü bir feministin üstün çabalarının akademik yansıması olması bakımından alana yapılmış çok önemli bir katkıdır. İçinde bulunduğumuz hafta dolayısıyla kitabın altıncı başlığı olan “8 Mart ve Yeni Feminizm” konusundan bazı pasajları sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Yeni feminizm, yalnız yandaşların ve 1970’lerdeki hareketin içinde bulunmuş olanların değil, olaya dışardan bakan ve siyasal hareketler üzerinde çalışan sosyal bilimcilerin gözünde de son yılların, hatta biraz iddialı görünürse bile kimilerine göre, yüzyılın en ilginç siyasal hareketlerinden biridir. Bunda hareketin gündeme getirdiği sorunun ortaya konuş biçimi, kadınlar ve genel kamuoyu önünde gördüğü destek kadar, getirdiği mücadele ve örgütlenme tekniklerinin özgüllüğü ve sonunda elde edilebilen sonuçların payı vardır.

Feminizm, ortaçağlardaki Christine de Pisan gibi tek tük savunucuları bir yana bırakılırsa, Büyük Fransız Devrimiyle tarihe adımını atan ve 200 yıllık bir geçmişi olan bir siyaset ve düşünce akımıdır. Bir kadının kaleme aldığı ilk sistemli kadın hakları bildirgesi (Wollstonecraft’ın Vindication’ı), 1792’de yayınlanmıştı. Aynı yıllarda, Olympe de Gouges, Fransa’da kadın haklarını savunduğu için giyotinde can veriyordu. Ondokuzuncu yüzyıl boyunca batıda hemen her devrimde yeniden gündeme gelen ve çağın ilerici tüm düşünürlerin üzerinde ciddiyetle durdukları bir sorun olan kadınların eşit insan olma talepleri, burjuva devrimlerinin getirdiği eşitlik dünyasında bu haklardan yararlanamayan büyük bir azınlık oluşturan kadınların ezilmişliklerine son verebilmek için kendi aralarında bir dayanışma aramalarıyla sonuçlanacaktı. İşte tarihte feminizm buradan doğdu.

Sanayileşmenin en büyük bedelini ucuz emek gücü olarak çalışma hayatına davet edilen ve sosyal güvencesiz, hafta tatilsiz, günde 12 saatten fazla bir süreyle en ağır şartlarda ve en düşük ücretle çalışan kadın ve çocuk işçiler ödemişlerdir. 8 Mart 1857, bu ağır çalışma şartlarını protesto eden New York’lu 40 000 kadın dokuma işçisinin tarihe ilk kez bağımsız bir direnme hareketine giriştikleri ve greve gittikleri gündür. Yüzyılın sonuna doğru, özellikle çalışma koşulları konusunda önemli mücadele deneyleri kazanan ve örgütlenmeye başlayan kadınlar, 1907’de Sosyalist Enternasyonel’e koşut bir kadın enternasyoneli toplayarak güce erişmişlerdi……....[Birinci Dünya] Savaşı sonrasında, başta 1929 bunalımı olmak üzere peş peşe iktisadi krizlerin yaşandığını, iki savaş arası dönemde, anti-demokratik niteliklerini en açık biçimde kadın düşmanlığında sergileyen faşist rejimlerin yükseldiğini, ardından da İkinci Dünya Savaşının patlak verdiğini görüyoruz.

Feminizmin yeniden doğuşunun somut koşulları İkinci Savaş’tan sonra ortaya çıkmıştır. Nitekim feminizmin Wollerstonecraft’lardan, Tristan’lardan, Bebel’lerden, Kollontai’den sonra yakın dönemdeki en büyük klasiklerinden biri haline gelecek olan Simone de Beauvoir’ın İkinci Cins’i 1949’da yayınlanacaktı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, gelişmiş kapitalist toplumlarda yaşanan hızlı büyüme iktisadi gelişme, kadınların somut yaşamlarını ve bilinç düzeyini etkilemiş, giderek yeni feminizmin maddi temellerini hazırlamıştır.

Yeni feminizmin ayırıcı özelliği, iktidarı ele geçirmeyi amaçlamayan siyasal bir akım niteliği taşımasıdır. Başta ezilen kadınlar olmak üzere, ezme ve ezilme ilişkilerini tümüyle yadsıyan, bu nedenle insanların ezilmesine yol açan tüm etkenlerin ortadan kaldırılması için mücadele veren bir harekettir. Hayatın her yönünde ortaya çıkan baskı, ezme ve ezilme durumlarına karşı çıkar. Bunun için yeni feminizm, yüzyılın başındaki çok etkili eski feminizmin-sufra-jet hareketinden farklı olarak, tek bir hedef uğruna kısa vadeli değil, kadınların ve insanlığın özgürleşmesi için çok yönlü ve uzun soluklu bir mücadele verilmesi gerektiğini savunur.”

Kadınlar benim ne anamdır, ne bacım, ne de yengemdir. Doğal olarak, kadınlar, benimle eşit haklara sahip, kendi bedeni, gücü ve eserleri üzerinde mutlak hak sahibi olan insanlardır. Keşke tarih böyle seyretmeseydi de,  Mart’ları yaşamasaydık!