En sıkışık dönemde başkanlık

Her alanda olduğu gibi siyaset bilimi alanında da ortaya koyulan kurallar ve sistemler yıllar boyu yaşanmışlıklardan, hatta acı deneyimlerden süzülerek oluşmuş formatlardır. Feodal yapıdan ulus devlet yapısına geçişte, feodal beyin yetkilerinin devlet adı verilen yeni yapılanmaya devrinin bir şekilde denetlenmesi söz konusu olduğunda, hem siyasal yapı hem de bu yapının benzinini sağlayan ekonomik güç burjuvazi açısından sıkı denetime tabi tutulur şekilde oluşturulmuştur. Parlamenter sistemler ya da çok çeşitli denetim mekanizmaları ile zapturapt altına alınan çeşitli başkanlık sistemleri de aynı mantıkla ve despotluk oluşturmayacak şekilde, teorik altyapıları oluşturularak, uygulamaya koyulmuştur. Bazı Batı ülkelerinde görülen krallıklar ise, siyasi yetkiyi haiz olmayan sembolik geleneksel yapılar olarak korunmuşlardır. Biyolojik evrime benzer şekilde siyasi yaşamın da evrimi neticesinde, olağanüstü bir alt-üst oluş yaşanmaz ise, söz konusu sembolik yapıların yeryüzünden silinmesini beklemek fazla hayal olmasa gerek.

Hangi formatta olursa olsun, siyasi yapıların oluşumu toplumsal dengenin sağlanması açısından fevkalade önemlidir. Özellikle de dışişleri konularında geçmişin bilgi ve deneyim havuzunun derinliği devlet yönetiminde hem uluslararası yalpalamaların önüne geçer, hem de ulusal çıkarın olabildiğince üst düzeyde korunması mekanizmasını oluşturur. Daha da önemlisi, bu süreçte siyasi kararlarda yetki paylaşımı ve idari derinlik sağlanarak, vicdani ve yasal sorumlulukta yaygınlık ve paylaşım yolu ile kararlarda salabet ve sorumlulukta da güç birliği oluşturulabilir.

Türkiye, İkinci Paylaşım Savaşı döneminde işbaşındaki oldukça deneyimli siyasiler ve bürokrasi kademesi ile şanslı idi. Günümüzün yeni oluşan emperyalist paylaşım dünyasında Türkiye’nin konumu siyaset ve çatışmaların yumuşak karnıdır ve bu durum fevkalade kırılganlık yaratmaktadır. Akla ziyan bir derin politika inadı ile gelinen noktanın nasıl bir yanlış olduğunun bizzat üst düzey politikacı tarafından açıklanması belki bir samimi itiraf olabilir. Ancak, dış siyaset ibresinin Rusya ve Şanghay cihetine çevrilmesi, söz konusu açıklamanın samimi itirafın ötesinde, iradesiz sürüklenişin hezimeti olduğunu göstermeye yeter. Öylesine çaresiz dönüş yapılmıştır ki, büyükelçisi vurulan Rusya Türkiye’ye tarizde bulunmak yerine, hayret verici şekilde tazimde bulunmuş ve nerede ise şükranlarını sunucu iltifata yönelmiştir. Zira açıktır ki, mesele Türkiye ile Rusya arasında değil, Rusya ile ABD ya da NATO arasındadır. Bundan dolayı olsa gerek, son saldırının ertesinde ABD bildirisinde Türkiye’yi “ittifakımız” olarak değil de, “NATO ittifakımız” olarak niteleyerek kayda geçirildi. Eğer lider siyasetçilerimiz dışişleri monşerleri ile bu durumu mütalaa etmeye tenezzül ederlerse, herhalde farkı idrak edebilirler!

Birinci halkada Rusya ve ABD, ikinci halkada İsrail, İran, belki İngiltere vb olarak etrafımızda örülen çıkar halkalarının her biri arasında olduğu kadar, bu güçlerle Türkiye arasındaki ilişkilerin simülasyon yöntemi ile öngörülmesi ya da çözümlenmesi önemlidir. Satranç oyununu yasaklayan bağnaz zihniyet çemberindeki tek siyasiye tam da satrancı andıran dış siyaset terk edilemez. Böylesi karmaşık durumda sokak zekâsı araba döneminde kağnı ile yola çıkmaya benzer. Her dönemde olduğu kadar, ama özellikle de karmaşık dönemlerde özgürlük içinde faaliyetini icra edebilen parlamento, bakanlar kurulu, yargı organı, üniversiteler ve basın siyasi kararların alınmasında etkili olarak önemli işlevler görür. Kısacası, böylesi zor dönemden geçen Türkiye’mizde tek-adam rejimine yer yoktur. Çünkü küresel kutuplar arasındaki gerginliğin had safhaya varma eğilimi gösterdiği bu dönemde Türkiye’de kurulacak bir tek-adam yönetimi, kendisinin dahi fark edemediği şekilde, halkımızın ve ülkemizin çıkarlarına yönelik değil, belki de bazı suç ve zaaflarından dolayı siyasiyi ele geçiren emperyal güç adına faaliyet yapar konuma gelebilir. Hem de günümüz koşullarında tüm yasal ve aleni danışma ve karar organlarından izole edilen bir siyasi liderin etrafına kimlerin ne sıfatla kendi danışmanlarını yerleştirebilecekleri günümüz koşullarında fevkalade kolay iken!

Günümüzde parlamenter sistemler belirli yapılarda şekillenmiş ise, başkanlık sistemleri de son şeklini almıştır. Türk tipi başkanlık adı ile bilinen bir başkanlık sistemi söz konusu olamaz. İsmi ile olduğu kadar tasarlanan yapılanmanın biran evvel kurulması için yapılan inanılmaz mücadele de halkın kafasındaki kuşkuları arttırıcı niteliktedir. KHK ile işinden olan kamu çalışanları ve üniversite elemanları olağan dönemde doğal olarak yargıya gidecek ve durum uluslararası boyuta taşınacaktır. Hukuksuzluğun hukukla inşa edilmeye çalışılması “organ reddi” benzeri refleksle halkımız tarafından dışlanacaktır. Bu dışlamaya ne yüksel(til)ecek terör ne de sair baskı yöntemleri engelleyebilecektir. İnanıyorum ki, tüm yaşananların ışığında halkımızın çoğunluk iradesi aklıselimi işaret edecektir. Parlamento son dikta tasarısının oylamasında gelecek dönemde milletvekili olma endişesini değil, halkının ve ulusunun mutluluğunu düşünecektir. Zira milletvekilleri oylarını kullandıktan sonra bağlı oldukları partinin başkanına değil, kendilerine oy veren halka dönecek ve onlara hesap verecektir. Bu hesabı veremeyen her milletvekili yaşamının sonuna dek vicdan azabı ile baş başa kalacaktır.

Söylenenleri kesinlikle dışlamıyorum; Türkiye’ye üzerinde bir şok programı uygulanmakta ve tam anlamı ile “formatlama” işlemi için zemin hazırlanarak, sonuca ulaşılmaya çalışılmaktadır. Ne var ki, nafile yaşanan bu kadar acı ve acılar etrafında şekillenen ulusal bilinç, üzerine giydirilmeye çalışılan formatı yırtıp atacaktır. Türkiye Ortadoğu’da tükenmek ve karanlığa gömülmek istemiyorsa buna mecburdur.