Diktatör zihniyeti

ABD’de ikiz kuleler şaibeli şekilde vuruldu, Amerika Ortadoğu’da konuşlandı ve komşumuz oldu. Türkiye’de darbeler üstadı olduğu ileri sürülen ordu, yedek oyuncularıyla, akşam ezanına doğru harekete geçti, halk güçleri de sadece ikiyüz küsur kayıpla yatsı ezanına kadar olayı bastırabildi. Böylesi garip senaryonun ardından OHAL getirildi ve şimdi de başkanlık senaryoları devrede.

Sosyal bilimlerde bir olay, etkenlik yönüne göre, ya oluşum sebebi ile ya da oluşturduğu sonuçlarla yorumlanır. Olaylar, oluşum sebebiyle ‘nedensel özellik’, oluşturduğu sonuç sebebiyle de ‘semptomatik özellik’ taşır. Öyle sanıyorum ki, ünlü sosyal bilimci Joseph Schumpeter’in tasnifine dayanarak, ABD’deki olayı da Türkiye’deki olayı da, siyasetçilere açtıkları fırsat kanalları nedeniyle, semptomatik özellik alanında incelememiz doğru olur.

Geçen hafta içinde bir köşe yazarı bir işadamı ile görüşmesinin intibaını, iş dünyasının, hatta bireylerin neden tek-adam hâkimiyetine razı olduklarını aktarmış. Görüşme esnasında konunun fazla deşilmediği anlaşılan yazıda yükselen sosyal olaylar karşısında tek-adam yönetiminin sağlayacağı güvenlik ve istikrar üzerinde duruluyor. Böyle bir yorumun siyasi liderleri nasıl hareketlendireceği, siyasi tabanı ise ne yönde tetikleyeceği tahminden uzak değildir. Bu olasılıklara ve yönlendirmelere rağmen yazı, günümüz Türkiye’sinde olduğu kadar, çatışmaların giderek yükseldiği ve Batı ülkelerinde de sağ iktidarların alan kazandığı bir dönemde bizlere genel olarak analize elverişli fevkalade yararlı bilgiler sunmaktadır.

Yükselen tehdit karşısında tek-adam yönetimi ve fazla tartışmaya yer bırakmadan alınabilecek zecri önlemler ortamı her zaman toplumların rağbet ettiği politikalar olabilir. Diğer yandan burjuvazi de hızla karar alma gerekçesi ile tek parti, hatta tek-adam yönetimine rahatlıkla göz kırpabilir. Hatta burjuvazi zaman zaman bu yöndeki tercihlerini de dile getirmiştir. Burjuvazinin tek parti ya da tek-adam yönetimi taleplerinde ısrarcı olmalarının nedeni de muhataplarının net olması ve politik arenada fazla tartışma oluşmamasıdır. Hele de sermaye dışı kesimlerin temsilcilerinin ağırlıklı olabildiği bir parlamentoda burjuvazi talepleri şiddetle eleştirilebileceğinden, tek parti ya da tek-adam yönetimi işlerin sessizce kotarılmasında önemli olabilir. Bu anlayışa göre, parlamentodan 15 günde 15 yasa çıkarılması parlamentonun çalıştığı, buna karşın sert tartışmalar yaşanarak parlamentonun uzun süre yasa çıkaramaması ise parlamentonun çalışmadığı şeklinde yorumlanır. Böylesi küt bir zihniyet niçin diktatörlük istemesin ki!  

Gerek burjuvazinin gerek korku ile bir sığınak arayan genel halk kesiminin endişeleri anlaşılabilir; bu gaye ile de olsa demokrasiden taviz vermek söz konusu olmamalıdır denebilir, ancak bu konu, günümüz Türkiye’sinde yaşananlar bağlamında önem açısından, maalesef, ikinci sıraya düşmektedir. Diktatörlük ya da tek-adam yönetimi eninde sonunda bir yönetim biçimidir. Diktatörlüğün arzulanması ya da reddedilmesi salt yönetim biçimi ile ilgili değil, yönetimin niteliği ve sonuçları ile ilgilidir. Biraz ütopik olmakla beraber, eğer yönetime mutlak hakim olan tek-adam psikiyatrik açıdan kendine aşık narsis-tahammülsüz despot değil de, yetkilerini toplumun yararına yönelik işlerde kullanan, hatta tüm konularda bir şekilde toplumun geniş kesiminin nabzını tutabilen kişiliğe sahip ise, daha doğrusu bir peygamber ise fazla sorun oluşmayabilir. Günümüz koşullarına bir göz atacak olursak; parlamentonun olduğu sanılan ortamda dahi Sayıştay denetimleri dahi aksaklıkla yürütülebiliyor ve raporların parlamentodan uzak tutulması sağlanabiliyorsa tek-adam yönetiminin nasıl bir sonuç doğuracağı ortadadır.

Tek-adam yönetiminde alınan kararların tartışılmadan bir kişiye bırakılması toplumun yönetimi değil, güdülenmesidir. AKP yöneticilerinin kafalarındaki kanlı veya kansız gerçekleştirmeye çalıştıkları “dava” her ne ise, bunun doğruluğu ve toplum tarafından tercih edilip edilmeyeceği meselesi fevkalade önemlidir. Örneğin, AKP eğitim denen toplumun ana damarı ile çok tehlikeli biçimde oynamakta ve tüm toplumu ilerdeki yarım yüzyıla yakın süre için korkunç değişime zorlamaktadır. Diyanet gözetiminde çocuk yuvaları, tüm ilk ve orta eğitimin imam hatipleştirilmesi, proje okul aldatmacası ve üniversitelerin teslim alınması toplumun sinir ve refleks sistemine dinamit koyulmasıdır. Öyle ki, AKP iktidardan düşse dahi, bir dış “üst akıl” ın etkisinde gerçekleştirildiği düşünülebilen bu tahribatın etkisi on yıllar sürecek ve silinmesi fevkalade zor olacaktır. Çok bilinen bir ifadeyi bir kez daha hatırlamakta faydalı olacaktır: Cahil bir nesil, cahil olduğunu fark edemez. Cahil olduğunu fark etmeyen bir nesil ise, sorununa tanı koyamadığı için, cehalet ağını yırtma çaresini de üretemez. Toplumumuzda, başta eğitim olmak üzere, sanat, kültür olarak gayri maddi alanlarda olduğu kadar, yargı, parlamento, yürütme erki, medya vb gibi maddi alanlarda tüm kurumları işlevsizleştirmiş ya da işlevsizleştirme yolunda oldukça mesafe kaydetmiştir. Böyle bir zihniyetle tek-adam yönetiminin hâkim olması toplumuz için kesinlikle olumlu görülemez.

Tek-adam yönetimi Türkiye’nin sağlıklı dış siyaset ve bağımsızlığı açılarından da çok tehlikelidir. Henüz sınırlı olmakla beraber, günümüzdeki tek-adam manevralarında da rahatlıkla görülen tehlikeler fiili durumda çok daha ileri düzeylerde karşımıza çıkarak, ulusal birliğimizi, hatta güvenlik ve sağlığımızı da tehdit eder duruma gelebilir. Tek adam yönetimi emperyalistlerin bir ülkeyi uydu konumuna getirmek için fevkalade arzuladıkları bir durumdur. Arkasındaki parlamento, icra, yargı, medya, üniversite vb toplumsal güçlerin şeklen mevcudiyetine rağmen, baskılanarak tek-adamın mutlak emrine girdiği durumda, lider görüntülü kişi çok rahatlıkla emperyalistin eteğine savrulabilir ve bunu fark etmeyebilir dahi! Emperyalist güçler liderin yakınına danışman sıfatı ile pekâlâ ajanını yerleştirip, görüntüsel lideri gerçek bir kuklaya çevirtebilir. Çakma darbe sonrasında en üst düzeyli sivil ve askeri yöneticilerin enselerinde kimlerin olduğu ve nöbet tuttuğu görülmedi mi?

Türkiye gibi çevresel konumda olan bir ülke, hele de ekonomik açıdan oldukça bağımlı konumu ile çok rahatlıkla emperyalist güçlerin etkisinde kalarak, tehlikeli konumlara itilebilir. Böyle bir tehlikenin önlenmesinde tek supap özgür parlamento, özgür icra heyeti, özgür yargı, özgür istihbarat teşkilatı, özgür üniversite, özgür basındır. Ciddi kararların alındığı politik ortamda ülkeyi kurtaracak tek seçenek kesinlikle tek-adam yönetimi olmayıp, tam tersi, samimi çoklu tartışma ve fikir üretme ve eleştirme ortamıdır.

AKP’nin zihniyetinde mahfuz “dava” konusunun halkla paylaşılmadan despotça uygulanmaya koyulması ve ülkenin ucu açık sosyal ve siyasi alana sürüklenmesi yolunu açabilecek potansiyelde bir tek-adam yönetimi, ne iş insanlarının istediği istikrarı ne de yükselen terör ve tehlikelerden kurtulmaya çalışana huzur ve güve getirebilir. Kaldı ki, tek-adam yönetimi birçok alanda siyasetin önünü tıkamış olacağından, terörün yükselmesine ve toplumsal huzurun bozulmasına da çok daha elverişli bir ortam oluşturur.