Devlet aygıtının otomatik vitesten manuele alınması

Devlet aygıtının sermaye grubunun çıkarları doğrultusunda şekilleneceği ve işleyeceği kapitalizmin kaçınılmaz kuralı olmakla beraber, yine de uzun ve kanlı mücadelelerle olabildiğince makul çağdaş devlet aygıtı ortaya çıkmış ve başta anayasalar olmak üzere kanunlarla vatandaşların birbirleriyle olan ilişkileri ve devlet aygıtı karşısındaki hakları de jure olarak uygulamaya koyulmuştur. Bu sistemde herkes oyunun kurallarını, hak ve yetkilerini bilmekte, istisnai durumlar hariç, oyun esnasında kuralların değiştiril(e)meyeceğini düşünmektedir. Demokrasinin çok önemli koşulu, kuralların despotlar tarafından değil, halk temsilcileri tarafından koyulması olduğu kadar, devlet makinesinin otomatik viteste çalışıyor olmasıdır.

Otomatik viteste devlet aygıtını götürmek, gerek içte burjuvazi, gerekse emperyalistler açısından engebeli yolda yürümek gibidir. Söz konusu iç ve dış çıkar gruplarının siyasi ajanları konumundaki politikacılar için de otomatik vites güçlük oluşturur. Zira, devlet organizasyon şemasında belirlenmiş örgüt hiyerarşik yapısının farklı kademelerdeki yönetim birimlerindeki yöneticiler, yetki ve görevlerle donatılmıştır. Bunun yanında, kuvvetler ayrımı ilkesi çerçevesinde devlet aygıtının çeşitli kademelerini hukuksal ve mali açıdan denetime tabi tutan bağımsız otoriteler yer alır. Bunların da ötesinde, sivil toplum örgütü olarak devlet makinesini eleştiren ve tavsiyelerini ileten örgütler yer alır. Böyle bir yapılanmada devlet yönetimi “cahil usta” yetersizliklerinin çok ötesinde, felsefi bilgi, deneyimle kazanılmış maharet ve etik sahibi devlet insanlığı bileşimini gerekli kılar.

Devlet yönetimi için gerekli olan öyle bir etik ve güçlü devlet insanlığı bileşimidir ki, Kurtuluş Savaşı sonrasında şehitleri ziyaret eden Atatürk’ün Anzak askerleri için beslediği duygu yüceliği karşısında, son olaylarda ölen gençlere karşı sorumlu siyasi ve bürokratların nefret dolu tavırları tarihin edna çukuruna dahi atılmaya değmez! Bu öylesine yüce yönetici anlayışı ve ahlak bilincidir ki, Brezilya Başkanı Sayın Rousseff’in olaylar karşısında güler yüzle insanlara minnet duygusu yansıtması, Gezi Parkı’nda yaşanan acı ölümlerle yıkılan ailelerden özür dileme nezaketini dahi esirgeyen siyasilerin kin ve nefretlerini karanlık vicdanlarının derinliklerine gömer.

Devlet öyle basiretle yönetilir ki, Wall Street olaylarında görüldüğü gibi, polisin tüm zecri davranışına rağmen bir kişi dahi yaşamını kaybetmemiş olduğundan, bu konuda gerçek dışı beyanlarla halkını kandırmaya yeltenen siyasilere yalan söylediği hatırlatılır. Devlet öyle basiretle yönetilir ki, geçen aylarda sekizler toplantısını protesto eden halkı dağıtan polis müdahalesine rağmen bir kişinin bile yaşamını yitirmemiş olmasını sağlar. Çünkü polis, halkın karşısında değil yanındadır, partinin değil devletin polisidir.

Anayasa’da yer bulan izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, bir tür “kamusal alan” olarak, belirli kesimlerin düşünce ve dileklerinin devlet aygıtına iletilmesi yanında, bu düşüncelerin toplumun diğer kesimleri ile de paylaşılmasını amaçlar. Bu hak, bir yanı ile, özgür iletişim hakkıdır. Bu tür eylemler, yasalara uygun olarak yapıldığında, zaten sistemin müsaadesi çerçevesindeki eylem ve oluşumlardır. Hatta, basiretli yönetim bu tür eylemleri toplumun taleplerini alarak nabzını hafifletme aracı olarak da kullanabilir. Örneğin, düzenlemeden sonra Gezi Parkı’nın açılışında, otobüs duraklarının yerini dahi halka soracağını söyleyen Belediye Başkanı, biraz basiretli bir siyasetçi gibi davranarak acaba niçin gençleri de bu şenliğe katmaya cesaret edemedi ki?

Belki Belediye Başkanı’nın gönlünden de geçmiştir bunlar. Ama yapamazdı, çünkü emir öyle! Çünkü sistem otomatik viteste değil manuel yönetimdedir, yani her konu yukarıdan, tek kişiden gelen emirle yürütülmektedir. Bu durum hiyerarşik ilişkide böyle olduğu gibi, kuvvetler arasında da böyledir. Peki, böyle bir yapılanmada vatandaşın güvencesi nedir? Tek kelime ile, yoktur yeter ki vatandaş “yandaş” , daha doğrusu “alttaş” ya da “basamak” olmayı kabul etsin. İşte ileri demokrasi veya devlet ile milletin kaynaşması halleri budur, sayın “evet, ama yetmez” aydınları!

Bu yönetim anlayışı, ampul aydınlarını değil, ama toplumun “gerçek aydınlar” kesimini ve meslek kuruluşları gibi eğitilmiş kesimlerini rahatsız eder. Çünkü bu kesimler dincilik ya da milliyetçilik gibi, faşizmin toplumları ezerken kullandığı narkozla uyutulamazlar. Ayda onlarca işçi cinayetleri yaşanırken, uyuyan emekçiler değil, Anayasa Mahkemesi’ndeki değişiklikten rahatsız olan aydınlardır siyasetçileri korkutan. Siyasileri, yandaş emekçi sendikasının iftar yemeğinde Türkiye’deki çalışma koşul ve sorunlarından dem vurmayıp, gereksiz şekilde Mısır’daki olaylarla kahramanlık taslayan siyasetçiyi alkışlarken, yarın kendisine de sıranın geleceğini anlayamayan emekçi değil, sermayenin doğayı tahrip etmesine itiraz eden gerçek aydınlar ve meslek kuruluşları korkutur. O nedenle, sokakta “itlaf” edilen gençler yanında, söz konusu meslek örgütleri yöneticilerine de gözdağı verilmeli, gece yarısı operasyonları ile yetkileri ellerinden alınmalıdır. Devlet budur aracın otomatik vitesten manuel sürüşe alınması, halka karşı aczin, emperyalizme karşı ise derin hürmetin ifadesidir! Hâlâ anlayamadıksa, biraz da kendimize bakalım, lütfen!

Değerli okuyucular, güzel günler(!) dileyerek, dört haftalık dinlenme izni istiyorum.