Demokrasi sınavı çetindir

Ülkelerin kalkınmışlık düzeyi, toplumsal yapılanma ve bilince yansıdığı kadar, aynı zamanda siyasi organların da demokrasiyi algılama ve uygulama yöntemine de yansır. Bu nedenle, geç gelişen ekonomilerde demokrasinin yerleştirilmesi siyasi erk açısından zannedildiği kadar kolay olmadığı gibi, toplumsal bilinç açısından da ciddi olarak algılanıp desteklenemez. Son sözü baştan söylemek gerekirse, geç kapitalistleşen toplumlarda halkın demokrasi talebi de yetersizdir, böylesi zayıf talep karşısında siyasal erkin demokrasi yolunda aşırı ilerleme arzusu da kısıtlıdır, hatta toplumsal talebin ötesine geçen bir demokrasi projesi söz konusu değildir. Belki de en temel nitelemesi ile, “toplumun kendini yönetme biçimi” olarak tanımlanan demokrasi uygulaması, doğal olarak, halkın iradesinin üzerinde bir düzeyde gerçekleşmez, gerçekleşemez. Hal böyle olunca, siyasal otorite demokrasi söylemini bir tür siyasal slogan olarak kullanır ve ancak bazı sosyal alanlarda demokratik uygulama gerçekleştirerek, demokratik toplum oluşturmanın üretim ilişkileri bağlamında temel belirleyicisine el atamaz.

Toplumun kendini yönetme biçiminin demokrasi olarak nitelendirilebilmesi için toplum bireylerinin dengeli güç ilişkisi içinde olması kaçınılmazdır. Aksi durumda, ekonomik gücü elinde tutan kesim güçlü medya ve sair araçları kullanarak toplumsal ve/veya kamusal kararları kendi lehine oluşturabilir ve bu durumu görece güçsüz kesimlerin algılaması dışında tutabilir. İdeolojik aygıtların toplumsal bilinci yanıltma gücü ekonomik olarak güçlü kesime böyle bir avantaj sağlarken, güçsüz kesim sistemin ya da uygulamaların kendi aleyhine işletildiğinin farkına dahi varamaz. Örneğin, günümüzün ekonomik ilişkilerinde emekçiler giderek erirken sadece mücadele alanından çekilmemekte, aynı zamanda mücadelelerini de can düşmanı karşıtı olan sermayeyi de meşrulaştıracak şekilde dillendirmekte ve yürütmektedir. Şöyle ki, emekçileri “emeğin mücadelesi veya hakkı” sloganları ile mücadele yürütürken, zımni olarak sistemi ve karşıtları olan sermayeyi meşrulaştırmış ve kabullenmiş olmaktalar. Sistemin ve sermayenin meşrulaştırılması, hem mücadelenin sisteme karşı olmadığını zihinlere nakşetmekte, hem de başat gücün karşısında ancak ve koşullara bağlı olarak pazarlı yapabilecekleri kabulünün ilanıdır. Oysa emeğin ve insanlığın kurtuluşu, emekçilerin mücadelelerini salt “emekçi hakları” şeklinde değil, “sistemin emekçi yaptığı bizler insan olmak istiyoruz” şeklinde yaparak, hedefin sistem olduğunu bilinç düzeyine yükseltmeleri gerekmektedir. Tabiatıyla kısa dönemli mücadele ücret ve sair “günün emekçi hakları” o da ancak bir bölümü- üzerinde yapılmalı ve alınabilen haklar kısa dönemli kazanım olarak görülerek, uzun dönemde mücadeleyi sisteme yöneltmeleri gerekmektedir, çünkü gerçek demokrasi ve kurtuluş ekonomik altyapı üzerinde yükselir.

Böylesi bütünsel algılamanın yapılmadığı toplumsal ortamda siyasal erk gerçek demokrasi için kılını kıpırdatmayacağı gibi, sermaye yanında icraatını sürdürürken, bazı siyasi ve göstermelik alanlarda ufak ve aldatıcı adımlar atabilir, toplumlar da bunları demokrasiye doğru yol alış olarak algılar. Geçtiğimi,z Cumartesi soL gazetesinde Bertell Olman’dan yapılan çevirideki psikolog Bill Livant’ın şu ifadesi bu açıdan fevkalade anlamlıdır: “Bir liberal bir dilenci gördüğünde sistemin çalışmadığını, aynı kişiyi bir Marksist gördüğünde ise çalıştığını söyler.” Bu ifade farklı bakış açılarının aynı olayı yorumlama farkını işaret etmenin ötesinde, ondan da önemli olarak, bakış açılarının farklılaştırılması ve sistemin korunmasında farklılaştırılmış bakış açılarının önemini ortaya koymaktadır.

Ekonomik güç dengesi oluşmadan ekonomik olanaklar açısından demokrasi uygulaması, günümüzün bireyselci ve nomokratik devlet yapısında olanaklı değildir. Zira, ekonomik dengesizlik durumunda kamu desteği ile ekonomik farklılıkların olabildiğince kapatılması toplumsalcı devlet yapısını gerekli kılar ki, böyle bir politika uygulamasında nakdi ve/veya kamu hizmetleri yolu ile güçlü bir yeniden gelir dağılımı politikasının devreye sokulması temel koşuldur. Harcama politikasını, varsıl kesimden vergi ve benzeri gelirlerle karşılayan ve bu nedenle sermayeye siyasi ve yönetsel destek sağlamakla yükümlü olan siyasal erk hizmet gereksinimi içinde olan kesimlere gerekli hizmetleri sunamaz, hatta onların bu yöndeki potansiyel taleplerini uyarmamaya özel itina gösterir.