Değişen değişmez yüz

Yazıyı şekillendirirken seçim sonuçları da oldukça netleşti. Seçime giderken genel yargı sonuçta fazla bir şey değişmeyecek şeklinde idi. Değişmeme görüşü iki anlamı vardı. Birincisi, geçen seçimle bu seçim sonuçları arasında siyasi partilerin sandalye sayısı ya da oranlarında fazla bir fark olmayacağı idi, ki bu görüş tutmadı. İkincisi ise son seçimin sonuçlarının önceki seçime göre çok farklı olsa da yine bir şey değişmeyeceği idi, çünkü parlamentoya girecek tüm partilerin sistem partileri ve sistemin sadık bekçileri olmalarıdır. Sistem içinde kalınmış olmak sistemin sert çekirdek dokusunun  değişmeyeceğinin garantisidir. Açıktır ki, bu garanti sermaye kesiminin garantisidir. Peki, Türkiye'de sermaye kesimi seçmen sayısı olarak böylesi bir artış mı göstermiştir, acaba!   Bu durumda, seçimde acaba kimler bilinçli olarak çıkarı doğrultusunda, kimler ise aldatma tavizlerine karşın ya da alışmışlık miskinliği ile çıkarlarının aleyhine oy kullanmıştır.

Sermaye aleyhine ve sol adına meydanlarda mücadele etmek kahramanlık istiyor olabilir. Zira, sisteme karşı işlenen suç(!) adi suçlardan çok daha ağır cezalandırılır. O nedenle, belirli bir yaşam düzeyi olan, şimdilik halinden memnun olanlar sonucu fazla belli olmayan ve ciddi maliyet oluşturabilecek mücadeleye atılmayabilir. Bu durum anlaşılabilir, ancak seçimde oy vermenin nasıl bir maliyeti olduğu pek anlaşılır gibi değil. Ama, bu konuda da insanları yok koalisyon istikrarsızlık getirir ya da oylar boşa gider vb gibi bir sürü palavra ile kandırıyorlar.

Halklara neler söylenmez ki: demokrasinin kötüler arasında en iyi yönetim rejimi olduğu söylenir; halkın sandıkta tecelli eden kararının kutsal ve en doğru karar olduğu söylenir; siyasi arenada koalisyonların istikrar bozucu verimsiz yapılar olduğu söylenir; halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanının partili olmasının istikrar sağlayıcı olduğu söylenir. Söylenir de, bunların hepsi koşullara bağlı olup, hemen hepsi tam birer aldatmacadır.

Seçimlerde gerçek sol bir partinin desteklenmiş olması onu fiilen iktidara taşıyamıyor olabilir, fakat sesini ve nefesini parlamentoya, hatta uluslararası arenaya yansıtır. Türkiye'de sol oyların ağırlığı bugünkü düzeyden yukarılarda olsa ne sermaye çevreleri ne de sermaye yanlısı iktidarlar böylesi meydanı boş bulur, istedikleri manevraları yapıyor olabilirlerdi!

Türkiye'nin böylesi yaşamsal dönüşümünde ciddi ve bilimsel esasa oturtulan bir gerçek sosyalist partiye ihtiyaç vardır. Sosyalist parti örgütü halkın üzerine kabus gibi çöken sadaka kültürünü halka yorumlamak durumundadır.  Ülkemizi ziyaret eden Uruguay Cumhurbaşkanı Mujika'nın "bir ürün satın alırken para değil, o parayı kazanmak için harcadığınız zamanı ödüyorsunuz" mealindeki cümlenin yorumu dahi insanların kafasında şimşekler çakmasına neden olur. Sosyalist partinin ana işlevi halka sempatik görüntü veren sistem partilerinin söylem ve eylemlerini yorumlayarak olayın gerçek yüzünü halka göstermek olmalıdır. Sol partilerin günümüzdeki olumsuz ve bölünmüş görünümünde hiç rolünün olmadığını düşünmek de yanlıştır. En ufak bir sözcük farklılığından aralarını açan sol gruplar, belki kendi duygu, hatta gururlarını kurtarıyordur, ama böylesi davranışlarla ne bilimi kurtarıyorlar ne de insanlığa kendilerinden acilen beklenen hizmeti sunabiliyorlar.    

Fazla ümidim yok, ama yinelemek istiyorum ki, geçen seçimde olduğu gibi, bu seçimde de halkın büyük kısmının dileği toplumumuz üzerine bir kara leke gibi düşmüş olan geçmiş dönemin malum hesabının sorulmasıdır. Milletin sandığa yansıttığı seçim sonucu bir yönü ile de milletin duruşunun yansımasıdır. Bu itibarla, bu hesap verilmeden Türkiye alnındaki lekeyi temizleyemez ve her dış ilişkide Türkiye dışlanır ve giderek sözünün değeri olmayan bir ülke konumuna indirgenir. Hesaplardan kaçmak ülkenin gururunun dış dünyada ayaklar altına alınmasına sebep olur.

Diğer bir mesele ise, Halkların Demokrasi Partisi'nin parlamentoya girmesinin ünlü açılım üzerindeki kuşkuların anlaşılmasına yol açacak oluşudur. Türkiye partisi olarak seçime giren ve demokrasi söylemleri ile epey taraftar toplayan HDP'in parlamentoda yapacağı resmi konuşmalar, geliştireceği talepler ve çözüm önerisine vereceği anlam ve şekil, bu konuda geçmişte yaşanan muğlaklığı ortadan kaldıracak ve tarafların görüş menzilini açacaktır. Bu görüşmelerde tüm taraflar eşit koşullarda olacağından dürüst ve açık olma zorunluluğu hissedecek ve böylece mesele toplumun önüne tüm çıplaklığı ile koyulmuş olacaktır. AKP'nin HDP'ye amansızca saldırısı böyle bir hesaplaşma ile yüz yüze gelmemek içindir. Bir sorunun çözümü, açıktır ki önce konunun sağlıkla ortaya koyulmasına ve konu etrafında sağlıklı tartışma yapılmasına bağlıdır. İşte şimdi meydan; AKP tek parti olarak eğer anayasa yapacaksa anayasanın temel ilkeleri ile nasıl oynayacaktır ve açılım meselesinin yeni anayasal oluşumdaki yeri ne olacaktır? Böylece AKP'nin ve onun liderlerinin elinden çok etkili bir koz da alınmış olacaktır.