Darbeden darbeye demokrasi olmaz

Halkımız kandırılmasın; son yönetilmiş darbe girişimi, halka ve burjuva demokrasisine yönelik gibi yansıtılmasına rağmen, özde Habil-Kabil mücadelesidir. Şimdilik Kabil öne çıkmıştır, ama kavga bitmemiştir. Habil’in kızgınlığı ve derin korkusu da bundandır. İsimlerini saymaktan imtina ettiğim anlı şanlı tarikat yuvalarında demlenip, Özal–Erbakan ekolünden imbiklenip, arkasına emperyalistlerin bir ulusa yönelik görev ve misyonunu alan AKP, eğer “aldatıldım” ağlamasıyla bu badireden sıyrılmak istiyor ve buna da inanan varsa, Allah onların aklına şifa versin ve bu büyük günahlarını affetsin! Kısacası, 15 Temmuz darbesi ulusça çok deneyimli ve bilgili olduğumuz türden bir darbe olmayıp, emperyalist menşeili bir iç çatış(tır)madır. Ondan dolayıdır ki, devlet aygıtını elinde tutan kardeş, diğerine karşı şimdilik üstün ge(tiri)lmiştir. Ondan dolayıdır ki, şimdilik elde ettiği üstünlüğü korumaya çalışan kardeş, saygısızca ve demokrasi söylemi ile halkı arkasına alarak idam için çırpınarak, hem intikamını pekiştirmek, hem de kardeş gurubun olası yeni kalkışlarını engellemeyi hedeflemektedir. Mülkün bekası(!) için kardeş katline cevaz veren ünlü Fatih Kanunnamesi de, “her kimseye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların Nizâm-ı Âlem için katl eylemek münasiptir” buyurmamış mıdır? Demek ki, üstün güç/akıl Türkiye mülkünün bekası için şimdilik bu kanunnameyi uygulamayı uygun bulmuş! Rahmetli Halil İnalcık Fatih’e komşu mekânda herhalde kendisi ile bu mantığı tartışıyor olmalıdır!

Bir olayın sosyolojik olarak saptanması, doğru gözlem yöntemi koşuluyla, oldukça kolaydır. Ama işin bu boyutu “sosyolojik fotoğraf çekme” işleminden öteye gitmez. Meselenin esasının tanısı bu denli kolay olmadığı gibi, hele de “ne yapılması gerekir” gibi süslü ifadelerin içini doldurmak ve ileri sürülen önlemlerin alınması da kesine yakın şekilde olanaksızdır. Çünkü önümüzde üç tane fevkalade zorlu, uzun zaman ve çabayı gerektiren koşul bulunmaktadır.

Bunlardan birincisi ve en önemlisi, halkımızın çoğunun bilinçli olarak algılayamadan, bir kısmının ise çıkarı nedeniyle sıkı sıkıya sarıldığı kapitalist-emperyalist ilişkilerdir. İçinde yüzdüğümüz ve iç sermaye ile onun siyasi uzantısı olan siyaset yapısının işbirliği içindeki emperyalist yapı FETÖ örgütüyle birlikte, fakat ondan da daha derinlerimize kök salmış bir virüstür. Bu virüs davranışlarımızı denetler ve yönlendirirken, insanlarımızı farkında olmadan ya da anlık algılama ve çıkarımız doğrultusunda kendisini besleyici yönde sürüklemektedir. Bu zorluk sistemik mekanik davranışlarımızla ilgilidir.

Karşımızdaki ikinci önemli güçlük, sürecin yine mekanik boyutu ile ilgili olarak, elindeki ideolojik aygıtlar ve baskı araçlarıyla siyaset yapısının topluma baskı yaparak emperyalistlerin yanında yer alasıdır. Nitekim son yönetilmiş darbe sonrasında, siyasi kadro  “milli iradeyi” savunuyor rolüne bürünüp, hâkimiyetini pekiştirirken, halk yanlısı görüntü altında, aslında emperyalist sistemin yaygınlaştırılmasına hizmet etmektedir. Var olan siyaset yapısının halkı baskılanması ve emperyalizme dayanmasının önemli bir gerekçesi vardır. Kriminolojik olarak her suç suçluyu müteakip suçlara yönlendirir. Devlet ihalesinden pay almak da bal gibi hazineyi soymaktır. İhaleyi alan şirketten pay alınması, rüşvet payı kadar hazineden para çıkması anlamına gelir. Böylece, emperyalizmin ve/veya içte sermayeden pay kotararak emrine girmiş olan siyasetçi, biyolojik yaşamı boyunca bu suçtan kaçmaya çalışacaktır. Siyasi suçlar da cabadır. Böylesi davranış, kirlenmiş yüzüyle karşı karşıya gelmemek için siyasetçinin aynaya bakmasını engeller. O siyasetçinin yüzüne ayna tutacak olan arkadaşları da, maalesef, ekip dostları olduğundan bu kutsal işlevi yerine getiremezler. Zaten, itaatkâr bir toplumda böylesi davranışları beklemek Kant’ın yeryüzüne inmesini beklemek kadar hayaldir. AKP ve yandaşlarının iki sarhoş olarak nitelediklerinin böylesi suç ve korkuları olmadığından, halkın içinde de rahatça dolaştılar, seçimlerde iktidarı bırakmaktan da korkmadılar.

Önümüzdeki üçüncü zorluk ise, ideoloji alandaki algılama güçlüğü ile ilgilidir. İçinde yüzdüğümüz emperyalizm insanları en ücra damarlarına kadar sömürdüğü halde, gerek Adam Smith’in gerekse Marks’ın çok net ifade ettikleri gibi, maalesef, bu durum sömürülen kesimler tarafından net olarak algılanıp, karşı çıkılamamaktadır. Sınıf bilincinin köreltilmesinde Demokrat Parti döneminden itibaren tüm dönemlerde, özellikle de Özal, Erbakan ve AKP dönemlerinde yükseltilen gericilik ve siyasal dincilik toplumsal ilerlememize çok büyük darbeler vurmuştur.  

Darbe konusu, inanılmaz çelişki yumağı içinde halkımızı aldata dursun, ama öyle gözüküyor ki, darbe ile amaçlanan sonuca doğru hızla koş(turul)uyoruz. Anlamsızca sürdürülen gece tuluatları gürültü paraziti içinde net düşünmemizi engellediği gibi, gösterilerin son gününün cumhurbaşkanı ile kapatılıyor olmasının siyasi anlamı da, önümüzdeki muhtemel baskın seçimde seçim zarfını kapatırken içine hangi partiyi koyacağımızın psikolojimize kazınmasıdır. Bu durum tam bir siyasi etiksizlik ve halka karşı saygısızlıktır, hem de “demokrasi mitingi” adı altında tertiplenmiş kafa ütüleme toplantılar zincirinin son halkasındaki görüntüsüyle!

Ne değişecek, diyelim ki, anayasa değişti ve bugünkünden de çağdaş demokratik hükümler getirildi. Askeri okullar kapatıldı ve öğrenciler sivil okul ve üniversitelere devredildi. Zannediyor muyuz ki, sivil okul yöneticileri veya üniversite rektör veya dekan atamaları liyakat esasına göre ve tarafsızca yapılıyor!   Rektör atamalarında cumhurbaşkanı nasıl davranıyor? Diyelim ki “kurucu meclis” oluşturuldu ve yeni anayasa ile seçim yapıldı. Onlarca yılın yoğun ve inatçı emeği ile iktisaden ve zihnen geri bıraktırılmış bir toplumda önemli bir değişim olur mu? İnsanlar/toplumlar yasalarla bir günde değişir olsa idi, bugün yeryüzünde geri kalmış, anti-demokratik devlet/ulus kalmazdı. Sosyolojik değişimler uzun süreçlerdir. Önemli olan süreç yürürken alttaki üretim ilişkilerinin insancıl, hakça ve doğaya saygılı olarak kurulmuş olmasıdır. Düzen böyle kurulursa demokrasi sözcüğünü telaffuz etmeye, laiklik talebinde bulunmaya da fazla gerek kalmaz, çünkü onlar sistemi kurmaz, onlar böyle bir sistem içinde serpilir ve gelişir. Çünkü böyle bir sistemde adam kayırma, emeğinden fazla pay alma, hırsızlığını örtme çabası, ezeni ezilene sempatik ya da kendi yandaşı gibi gösterme endişesi ve daha birçoğu yoktur.

Son yönetilmiş darbe girişiminde, yetmez ama evet gurubu ve yandaşlarının anlayışı ile, tankların karşısına solcuların ve Marksistlerin çıkması söz konuş olamazdı, çünkü emperyalist yavrusu kardeşler arasındaki emperyalizme hizmet mücadelesinde Marksistlerin işi yoktur.

Diğer bir mesele de, bu ortamda ve iktidarı sürdüreceği kesin olan AKP ideoloji ve hâkimiyetinde anayasa yapımına katılmak, halka ve demokrasiye hizmeti amaçlayan aklı başında hiçbir partinin harcı olamaz!