İş cinayetleri nasıl önlenir?

Böyle bir başlık, iş cinayetlerinin çok tali nedenlerden kaynaklandığı ve bu basit sebeplerin izale edilmesiyle bu tür cinayetlerin önüne geçilebileceği görüşünü yansıtır. Akademik yaşamım boyunca böyle bir görüşe hiç bir konuda hiç bir zaman sahip olmadım, bu nedenle de böyle bir yazı yazmadım. Az çok beni tanıyan dostlarımın bu başlığa şaşıracaklarını adım gibi biliyorum. Çünkü, bana göre böyle bir başlığın dayandığı görüşün gerçek yaşamda hiçbir geçerliliği yoktur. Böylesi sığ bir görüşe inanmak, samimi olduğu durumda saflığın, aksi durumda ise sistem aveneliğinin işaretidir. Sosyal ve ekonomik alanda hiçbir şey veya oluşum rastlantısal değildir; diyarlarında olmayan Harvard'larda okumuşçasına, hemen herkes fevkalade akıllıdır, hatta akıl ne demek, cindir ve yapılan hiçbir şeyde hata ya da yanlışlık yoktur. O nedenle, iş cinayetleri varsa, bilinmelidir ki, üç ciddi nedenden dolayı bu facianın önlenmesi çok zordur, hiç kolay değildir, hatta çok temel değişikliklere gidilmeden olanaksızdır! Profesör başbakan da bu durumun fevkalade farkında olmalıdır ki, ölü doğmaya mahkum kaza önlenme tedbirlerini dahiyane üslubu ile allama pullaya medyaya yansıtmaktan geri durmadı. Profesör başbakan da damarlarında akan kan kadar kesin olarak biliyor ki, özellikle maden çıkarma işletmelerinin özel sektöre devredilmesi durumunda iş cinayetlerine açılan yolun önünde ne yargı ne de idari düzenlemeler, ne kadar sıkı olursa olsun, durabilir. Zira, kar hırsı yargıyı da idari düzenlemeleri de çok rahat şekilde by-pas edebilir. Sonuçta devlet gerekeni yapmış görüntüsü ile kendini kurtarmış olur, patronlar da sürüp giden davalarda bir şekilde aklanır, ölen öldüğü ile kalır, belki birkaç denetim elemanı ya da alt düzey denetim elemanı günah keçisi olarak sahaya sürülerek, kamu vicdanı biraz da olsa rahatlatılmaya çalışılır.     

Yaşanan maden ve makine sanayi vb tüm diğer iş cinayetlerinin temel nedeni, teknoloji kullanamayan kapitalist ekonomide sermaye birikim modeli, yani belirli gelişmişlik aşamasındaki sistemdir. Böyle bir modelde dahi iş cinayetleri oranı daha düşük olabilirdi. İş cinayetlerini bu düzeye çeken diğer bir faktör de patronların dizginlenemez kâr hırsıdır. Meseleyi böylesi basit bir modelde şematik olarak ortaya koyarsak, ilk sorgulanacak olan sistemdir; ikincisi geri teknoloji düzeyinde sürdürülen sermaye birikim modeli, üçüncüsü ise, işi götüren patronların kâr hırsıdır. Bunların dışında kalan, emeğin eğitilmesi, denetimler vs gibi konular hep birer türev meselelerdir. Bunları çözemediğimiz zaman, profesör başbakana geçmiş olsun, sonuçta hiçbir olumluluk yaşanmayacaktır. Bu üçlü zincirin çözülmesi ise, halkalara ayrılarak yapılmayacağına göre, durum biraz umutsuzdur. Buna rağmen, veri ortamda hiçbir şey yapılamaz mı diye baktığımızda, görece olumlu tek çıkış yolunun madenlerin devletleştirilmesi olduğu anlaşılır.

Şu soru ile biraz daha derine inelim. SOMA madeni devlet mülkiyetinde idi iken, niçin rödonavs yöntemi ile özel işletmeciliğe terk edildiği meselesi, bizi yukarıdaki üçlü zincirin ana dokusuna taşır, o da "Kapitalist Devlet nedir, kimindir?" Bu sorunun yanıtı çok net ve yalındır: Kapitalist devlet halkın ya de emekçinin değil, ismi üzerinde (kapital - ist) sermayenin, yani işveren kesiminin örgütüdür. Hal böyle olunca, kamusal kararlarda devlet makinesini besleyen ve ayakta tutan sermayenin kar hırsı birinci sıraya, sistemin meşrulaştırılması amacıyla halkın genel çıkarı ikinci sıraya, toplumun biyolojik varlığı kadar katma değer üretimi ile sistemin işlerliğinin ve toplumsal üretimin sürdürebilmesi amacıyla gerekli olan emekçinin durumu ise üçüncü sıraya oturur. Kar dürtüsünün emekçinin hayatının önüne geçirilmesi emekçinin mutlaka ölmesini gerektirmez, ama emekçinin heba edilmesinin sisteme maliyeti, maalesef, çok düşük olarak algılanır.  

Peki, emekçiler neden bu sistemi benimser? İşte, ideoloji denen cin de, dinciliğin yükselmesi, daha doğrusu yükseltilme gerekçesi de buradadır. Siyasiler boş olan cami mekanlarına yeni mekanlar ekleyerek bizi cennete hazırlıyorlarsa, niçin olması gereken inançlarına göre, sömürücü sisteme ve küresel emperyalizme hizmet ederek kendi geleceklerini yakıyorlar ki! Buna ilaveten, eğer siyasiler hak ve hukuk kavramlarına bağlı iseler, halkın hiç değilse bir kesiminin devamlı sorguladığı konularda adam gibi yargının karşına çıkıp, kendilerini aklamayı yeğlemiyorlar ki! Demek ki, bir sömürü düzeni sürgit devam etmekte ve, paydaş olarak, siyasiler de bu düzeni daha da yağlamaktan geri durmamaktadır. İş cinayetlerini bu açıdan irdelersek, söz konusu cinayetleri önleme olanağına sahip iktidar bu olanağı çalıştırmadığı sürece bu cinayetlerden kendisi sorumludur.

Siyasal iktidarın sorumluluğu salt mevcut durumda yaşanan iş cinayetleri ile de sınırlı değildir. Günümüzde yaşanan iş cinayetlerinin emek yoğun üretime dayalı bölümünün var olan koşullarda önlenmesinin olanaklı olmadığı varsayımında dahi yapılabilecek önemli bir başka görev siyasilerin önünde durmaktadır. Siyasal iktidar önlenemez iş cinayetleri pahasına yaratılan katma değeri kamulaştırarak, üretimde giderek sermaye yoğun aşamalara geçmeye çalışmalıdır. Böylece, hiç değilse ve bu çarpık sistemde, zamanlararası emekçi işbirliği ile şimdiki emekçiler gelecekteki emekçilere bir tür yaşam garantisi sağlamış olurlar. Oysa, siyasal kadrolar üretim koşullarını kamusal kararla dönüştürme yerine, söz konusu dönüştürme kararını kar hırsı güden patronlara terk ederek, göstermelik yönetsel ve hukuksal önlemlerle yetinme yolunu seçmektedir. Bunun anlamı, iş cinayetlerinin önlenmesi değil, önlem alınıyor görüntüsü altında siyasal kadroyu ve patronlar camiasını sorumluluktan uzak tutan yönetsel ve hukuksal şemsiye yaratmaktır.