Çelişkili ifadenin beyinsel yorumu

Üniversite dokusunun halkın hakları doğrultusunda bilimsel görüşler oluşturabilmesi, çok açıktır ki, siyasetin olduğu kadar, siyasetin tabanını oluşturan sermayeye ve ideolojik baskılama aygıtı olan dinci yuvalanmalara da karşı olmasını gerektirir.

Kameramanlar bazen bizlere “sahne arkası” görüntülerini yansıtarak hoş, belki de boş zaman geçirmemizi sağlarlar. Sahne arkası görüntülerde, senaryoya göre çok korkunç sahneleri oynayanların nasıl kahkahalarla güldüklerini ya da ağlamaklı ve acıklı sahnelerin nasıl canlandırıldığını görürüz. Kameramanların, seyredilen sahnelerin ciddiliğini bozan ve dizilerde seyrettiklerimizin birer “rol” olduğu algılamasına yol açan bu görüntüleri niçin yansıttıkları hakkında bir fikrim yok. Ancak, olası “sahne arkası” görüntülerin siyaset alanında fevkalade yararlı olduğunu düşünüyorum çünkü siyasette asıl süreç yüzeyde değil, sahne arkasında cereyan etmektedir. Örneğin, aynı partiden olan ve parti oluşumunda sırt sırta çalışmış iki kişiden birinin, örneğin Cumhurbaşkanı, diğerinin de Başbakan olduğu durumda, söz konusu üst düzey siyasilerin haftalık olağan görüşmelerinin topluma yansıtılan görüntü ve açıklamalarından farklı olarak, sahne arkası gerçeği acaba nasıldır? Keza, bir ülke başbakanı ile, örneğin genel kurmay başkanının ya da bir yüksek yargı organı başkanının görüşmesinin sahne arkasında neler vardır, neler konuşulmuştur? TV dizilerinin sahne arkası, ilginç ya da komik olmak dışında, fazla bir toplumsal işlev taşımamaktadır. Oysa, siyasi faaliyetlerin sahne arkasıdır aslında toplumu ilgilendiren ya da toplumun ilgilenmesi gereken.

Her mahallede kurma geleneğimize katılarak Rize’de de bir üniversite kurulmuş. Başbakan bu üniversitenin mütevelli heyetine bir konuşma yaptı ve bu konuşma canlı olarak verildiği gibi, zaman zaman haber konusu olarak da birçok kanalda yansıtıldı. Artık emekli olduğum için böylesi bir konuşmayı derinlemesine çözümleme gücüne sahip bulunmamaktayım. Ancak, Başbakan’ın öğretim üyelerine biçtiği, bir siyasinin hata yaptığında hocanın ellerini bağlayarak bunu onaylamaması, fikrini açıkça söylemesi gerektiği görüşüne gönülden katılarak konuşma ile ilgili bir iki noktayı irdelemek istiyorum. Konuşmayı dinledikten sonra şu yargıya vardım ki, Başbakan danışmanlarını veya metin yazarlarını değiştirmelidir. Eğer danışmanlar veya metin yazarları aldıkları direktif doğrultusunda metinleri oluşturuyorlarsa, onlar da bu görevlerini ifa ederken psikolojik sağlıklarını gözden geçirmelidir. Böyle bir yargıya varmamın nedeni, konuşmanın birbirine tamamıyla zıt iki parçadan oluşmasıdır. İşte bu bağlamda, konuşma sonrasında Başbakan ve metni oluşturanların ne düşündüklerini ve bireysel psikolojilerinde nasıl bir sahne arkası görüntüsü oluştuğunu doğrusu merak ediyorum.

Konuşmanın ilk bölümünde yer alan, üniversitenin işlevleri, hocaların el bağlayıp “evet efendim”ci olmamaları gerektiği, siyasilerin hatalı davrandıkları yerlerde onlara gerçeği göstermeleri vb. gibi konular üzerindeki görüşlere kimsenin bir itirazı olamaz. Tüm bu görüşlere gözüm kapalı imza koyarım. Konuşmada yer verilen, nüfusumuzun genç olmasının ya da nüfus çokluğunun pek bir öneminin olmadığı, kemmiyete değil, keyfiyyete, yeni ifadelerle, niceliğe değil niteliğe önem vermenin gerekliliği görüşlerine de kimse itiraz edemez, hatta bu ifadeleri yetkili bir siyasiden duymanın herkesi mutlu edeceğine ismim kadar eminim. Zira böyle düşünen bir siyasinin, geçenlerde Müslüman gençlerle ilgili yersiz ve anlamsız ifadede bulunan Bakan’ı da dışlayarak, belki de kendisini ikaz ederek, gençlerin gelişmiş çağdaş ülkelerdeki eğitime koşut hizmet almalarını sağlama yollarını zorlar diye düşünmemek mümkün değildir.

Ne olurdu, keşke konuşma bu aşamada sonlandırılmış olsa idi. Heyhat, öyle olmadı! Konuşma uzadıkça, üniversiteler, Hobbes’in Leviathan tanımı ile, devlet denen canavarın nesil öğütme makinesine dönüştürüldü. Üniversitelerin nasıl toplumdan kopuk olduğu, gençlerin nasıl ellerine kitap ya da bilgisayar yerine gereksiz aletler(!) aldığı vs. vs. gündeme gelmeye başladı. O kadar ki, son kertede, üniversite yöneticilerine disiplin yönetmeliğini “en güzel şekilde” (!) uygulamaları gerektiği direktifi verildi.

Başbakan’ın, bir siyasinin hata yapması durumunda üniversite hocasının el bağlayarak “münasiptir efendim” demesi yerine, karşısına çıkıp düşündüğünü söylemesi gerektiği şeklindeki fevkalade doğru mantığına dayanarak şunu söyleyebilirim ki, üniversite ile siyasilerin ilişkisinin en alt düzeyde olması gerektiği, siyasilerin bazı ve çok seyrek nezaket ziyaretleri dışında, muhtar olması gereken üniversitelerden ellerini ve düşüncelerini çekmeleri birinci zarurettir. Bunun sebebi, Başbakan’ın konuşmasının birinci bölümünde betimlediği fevkalade olumlu dokunun oluşabilmesinin üniversitenin siyaset üstü olması koşuluna bağlı bulunmasıdır. Siyaset sermayenin politik uzantısıdır. Üniversite, özgür ve eleştirel siyasetini üretebilmek ve sermaye karşısında eleştirel olabilmek adına örgütsel anlamda siyasetten ve sermayeden uzak olmalıdır.

Sermayenin ve/veya devletin çok önemli bir ideolojik aygıtı da, Türkiye özelinde, dinci tarikat yuvalarıdır. Bu yuvalar, halkın samimi kutsal duygularını sömürerek, gençleri, bu kez kendi “ikna evleri”nde barındırıp koşullandırarak, sermayenin insan sömürüsünü ve bunun siyasi organı olan devleti halk nazarında meşrulaştırıp olağanlaştırmaktadır. Üniversite dokusunun halkın hakları doğrultusunda bilimsel görüşler oluşturabilmesi, çok açıktır ki, siyasetin olduğu kadar siyasetin tabanını oluşturan sermayeye ve ideolojik baskılama aygıtı olan dinci yuvalanmalara da karşı olmasını gerektirir.

Bu çelişki karşısında Başbakan ve metin yazarlarının ne düşündükleri, sahne arkasında neleri konuştukları merak konusu değil mi! Keşke, Başbakan’ın metni üzerinde çalışanlar, önce reddedilmesi olanaksız ifadelerle halkın algaçlarını açtıktan sonra, siyasetin asıl emellerini zihinlere enjekte etme amacı gütme yerine, daha samimi yaklaşımla gerçekten özgür ve halka dönük üniversite betimlemesi yoluna gitmiş olsalardı! Böyle yapmış olsalardı hem kendileri psikolojik huzura kavuşur hem de Başbakan’ı çelişkili konuma sokmamış olurlardı.