Cehaletin kurumsallaşması ve Castro

Bir dokunun yeniden inşası, öncelikle eskisinin tümü ile yıkılmasını gerektirir. AKP iktidarı da, küreselleşme politikalarında kimden emir almışsa(!), bu mantıkla hareket ederek, toplumun yeniden şekillendirilmesi amacıyla, toplumun hemen tüm kurumlarını çökerttikten sonra, iktidarı süresince içten içe işleyerek kültür ve sanat dokusunu temelinden yıkmaya yeltenmektedir. Kaba bir halkçılık ve elitizm aleyhtarlığı popülizmi ile olası toplumsal itiraz yollarını tıkayan siyasi yapı, ülkede “cehaletin kurumsallaşması” nı adım adım inşa etmektedir.

Bir ülkenin lideri pozisyonundaki kişinin ülkesini yüceltici davranışta bulunduğunun en önemli kanıtı sanata ve kültüre verdiği önemdir. Sanat ve kültürün gelişmediği yerlerde eğitim ve sanat alanları kebap ve lahmacun salonlarına dönüşür, halkın beyin yapısı da yumuşar. Cumhuriyet yönetiminin Devlet Opera ve Balesi kurumunu kurmasının temelinde devletin sanata müdahalesi vardır, ama bu müdahale halkı böylesi ileri sanatlarla tanıştırıp olumlu alışkanlıklar ve davranış kalıpları oluşturmaya yöneliktir. Aynı anlayış, çoğunlukla alay mevzuu olarak dillere pelesenk olan Batılı klâsik parçaların adeta halka zulüm edercesine dinlettirilmesi süreci için de geçerlidir. Ne yazık ki, profesör makamına oturmuş olmasına rağmen, Einstein’ın isabetle belirttiği gibi kafatasının içini halledememiş olanlar bu büyük projeyi anlayamamışlardır. Aynı zihniyetle davranan ve emperyalistin amacı doğrultusunda toplum mühendisliği misyonu ile iktidarı ele geçirenlerin Atatürk Kültür Merkezi’ne reva gördüğü muamele toplumun sürüklendiği karanlığın duraklarından birini simgelemektedir.

Kültür ve sanat, teknolojiye analojik olarak, fakat daha farklı yönde insan karakteri ve düşünce kalıpları üzerinde etkili eğitim yöntemidir. Başka bir deyişle, eğitim ve kültür düzeyi ile toplumsal davranış ve düşünce kalıpları arasında doğrudan ilişkinin varlığı kanıta ihtiyaç göstermeyecek kadar açıktır.  Nitekim Edirne’deki Selimiye Camii çevresindeki tedavi medreselerinde hastaların müzikle tedavi yönteminde ve Masaru Emoto’nun ilginç çalışması olan “Sudaki Mucize” kitabında görüldüğü üzere müzik ile ruhsal dinamikler arasında fevkalade yakın bir ilişki söz konusudur.

Toplumsal düşünce ve davranış kalıplarının salt kültür ve sanat etkinliklerine bağlı olmadığı, hatta söz konusu ilişkinin oldukça gevşek ve çift yönlü olduğu doğrudur. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kamu marifetiyle toplum üzerinde uygulanan zorlamanın bir toplumsal proje olduğu kadar, bu projenin oldukça başarılı da olduğu, günümüzde giderek çözülmeye ve dağılmaya yüz tutan görüntüsüne rağmen ortadadır. Günümüzün haşin ekonomik sistemine ayak uydururcasına siyasetin de en hırçın görüntüsü ile açığa çıkması da günümüzdeki çözülmenin ana unsurlarındandır. Bu sürecin rastlantısal olduğunu savlamak, gerek küresel düzeyde gerekse ülke düzeyinde geçerli değildir. Kapitalizmin ülkelerde böldüğü ve nicel olarak giderek küçülen bir kesimin büyük kesim üzerindeki hâkimiyetini kurmaya çalıştığı toplumsal modelin kültürü bilimsel değil baskıcı olmak zorundadır. Bertrand Russell’in bilim felsefesine göre, askeri birliklerin eğitimi ya da kedilerin yavrularına fare ile oynama ve öldürerek yeme tekniklerini öğretmesi örneğinde olduğu gibi, insanlığa katkısı olamayan teknik ya da öğretinin gerçek anlamda bilimsellikle bir ilgisi yoktur. Russell’e göre, bilim felsefesinde “insan değerine katkı yapma” anlayışı olması gerektiğinden, her bilginin bilimsel olarak kabul edilmesi olanaklı değildir. Bu anlayışla, insan sömürüsü üzerinde yükselen kapitalist sistemin bilim ve sanat anlayışı üzerinde durup düşünmek zorunludur. Sağlık verilerinin açıkça ortaya koyduğu üzere, ABD fert başına en yüksek sağlık harcaması yapan ülke olmasına karşın, uluslararası karşılaştırmalarda temel sağlık verilerinde ön sıralarda değildir. Salt bu örnekte bile, sağlık alanındaki muazzam bilgi birikiminin kapitalizmin elinde ne hale geldiği açıkça görülmektedir.

Yüzyılımızın insanlık kahramanı Castro dünyaya veda etti, fakat tabii ki yaptıkları ve eseri ile ileride daima konuşulacak ve umalım ki, kapitalizmin insanlık dışı yapılanmasını derinden anlayan ve mücadeleye yönlenen toplumlar tarafından model olarak incelenecek ve örnek alınacaktır. Sovyetlerin çöküşü ile çok büyük bir destekten yoksun kalmış olan Küba, tüm zorluklara rağmen, başta sağlık alanında olmak üzere, birçok alanda toplumsal gelişmeye imza atmış bulunmaktadır. Gerek nüfus yapısı gerekse ulusal geliri itibariyle birçok ülke ve Türkiye ile karşılaştırılamayacak düzeyde olan Küba’ya kanser hastalarının umutla gitme çabalarından hicap duymalı ve bir çıkış yolu düşünmeliyiz.

Dolar yükselirken ileri geri konuşup, millete talimat veriyorlar ve dolardan liraya geçiş yapılması emrini yağdırıyorlar. Bu arada cahil insan nasıl bilsin ki, oluşabilecek açık hesap durumu nasıl çözülecektir, yükü kim çekecektir. Daha da ileri gidip, özellikle uluslararası ticarette reel değer değişiminin tartışılmaz kural olduğu cahil cesaretiyle atlanarak ve bir irade ile bu kuralın çiğnenebileceği zehabına kapılarak, bazı ülkelerle yapılan ticari ilişkilerde döviz yerine liranın devreye sokulacağı fermanı buyuruluyor. Hayret! Öyle sanırım ki, Türkiye ufkunda tam bir cehalet örneği olarak dalga dalga yankılanan bu akıl almaz söylem dış dünyada Türk mucizesi olarak epey alay konusu olabilecektir. İşte beni kahreden böylesi cehaletin giderek yaygınlaşmasıdır. Ne yazık ki, siyasilerin telaffuz ettikleri böylesi cehalet parıltıları iç toplumda oya dönüşüyor olabilir, ama bunlar dış toplumda yansıyan kara görüntülerdir. Toplumu içeride cehaletin karanlığına gömerken, dış dünyada alay konusu olabilecek safsatalara dayanarak siyaseten ayakta kalma çabalarını tarih ihanet olarak kaydedecektir. Bu arada ufak bir medya notu: Kardeş partilerin kapı arkasında kotardıkları tasarıda cumhur-başkanının üniversite mezunu olması koşulu aranmayacak/mış!

Küreselleşmenin bir toplumun tüm kurumlarının çökertilmesi emrini sadakatle yerine getiren bir siyaset yapısı, cehaleti kurumsallaştırarak topluma kaba, saldırgan ve çağdışı eril dokuya bürünmesi yolunu döşemektedir. Şort giydiği bahanesiyle ya da ayak ayak üstüne attığı bahanesiyle genele açık alanlarda karşı cinse saldırma ya da istisnasız her gün gazetelerin iç sayfalarında boy gösteren cinayet ya da çeşitli saldırganlıklar kadar, yaşanan iş cinayetleri de, siyasi erkin ince ince yürüttüğü cehalete sürüklenen toplum üzerinde örülen rant operasyonlarının çizdiği yolun duraklarıdır.

Toplumun böylesi kara cehalete sürüklenmesi, etkisi yıllar sürecek ve telafisi kolay olmayacak toplumsal ihanettir. Şili’nin Allende’sini ve Küba’nın Castro’sunu, toplumlarını yücelten asrımızın halk kahramanları olarak, maalesef, içine sürüklendiğimiz cehalete içim sızlayarak  yürekten selamlıyorum.