Bir bayram yazısı: Bayram sevinci

Öyle güzel olaylar üst üste geldi ki, içim kıpır kıpır. Bilemiyorum, bu sevinç bayramdan mı, yoksa bu döneme gelen inanılmaz hoş olaylardan mı!

Ne güzel bir toplum ki, metrolar yaptık, ama halkımız hâlâ kendi bildiği usulde yürüyen merdivenlerin tümünü kapsayarak, ailece konuşarak inip çıkıyor, acelecileri de kendi hızlarına mecbur kılıyor. Bu ne muazzam ve yerleşik bir gelenektir ki, asırlardır hiç değişmeden sürgit devam ediyor. Başka hangi millet de böylesi köklü ve asil gelenek ya da huy bulunur!

Çok şükür, ana muhalefetin tüm itirazlarına rağmen, tezkere geçti de, biraz rahatladık. Aksi halde, dost ve müttefikimiz devletlere ne yanıt verecektik! Bunun da ötesinde, dolar yükseliyor. Bunun arkasından zamlar ve faiz yükselişi gelecek. Oysa biz ekonomimizi dış kaynak gibi çok sağlam kazığa bağlamıştık. Tezkere geçmeseydi bu kazık tehlikeye girmiş olacaktı. Öyle gözüküyor ki, tezkerenin geçmesi birçok konuda hayırlara vesile olacak! Oldu da Fitch notumuzu değiştirmedi.

Gelelim şu tarifi meçhul iki ayyaş meselesine. Rivayet edilir ki, bu ünlü söz, hatta özdeyiş, Atatürk ve İnönü için kullanılmış. Bugünler bize bu iki kişinin nasıl yanıldıklarını gün gibi gösterdi. Birincisi ulus devleti kurarken, gerçekleştirdiği büyük değişimlerle, ülkemizi ata dede yadigarı dost ve akrabalarımızdan ayırdı ve yüzümüzü Batıya döndürdü. Rahmetli Erbakan Hoca Türkiye'ye gelen Batılı turistlere ahlakımızı bozuyor diye öylesine sinirlenirdi ki, bu vesile ile sağlanan döviz kazancını dahi gözü görmezdi. Adam hiç de haksız değildi, doğrusu. Hoca bugünü görseydi çok mutlu olurdu! Turistin her türlüsü var, dilencisinden, daire alanlara, ticaret yapanlardan kadın/kız ticaretine yönelenlere kadar her cinsi artık hem büyük kentlerimizi hem de dilimizi süslüyor. Bu durumda onlara uymak da artık nezaket icabıdır. Kız çocuklarımızın başını örtmesi, hiç değilse turiste gösterilen nezaket gereğidir. Kaldı ki, ağzım alıştığı için turist sözcüğünü kullandım, bunlar zaten turist değil, Osmanlı'nın ihraç fazlası ürünleridir. Böylece birinci ayyaşın isabetsiz adımını, şükürler olsun ki, yıllar sonra düzeltme işi bu ulvi iktidara nasib oldu!

Birinci ayyaşın bir "Yurtta sulh, cihanda sulh" lafı var ki, dostlar dünyasında bunun hiç yeri yok. Müttefikimiz Ortadoğu'da aşık atarken, iki ayyaşın kanunu mu, yoksa, dosta vefa anlayışı mı geçerlidir!

Gelelim ikinci ayyaşa. Yine rivayet edilir ki, ikinci ayyaş da "İkinci Adam" İsmet Paşa'dır. Bu paşanın da icraatı yanında söylemleri de çok isabetsiz ve yanlış idi. Paşa bir zamanlar demiş ki, "kaplanla yatmak tehlikelidir". Ne kadar isabetsiz bir lâf ü güzaf! Kim güçlü ise tabii ki onula beraber olacaksınız olacaksınız ki, ulusal haysiyetiniz kurtulsun! İkinci ayyaşın döneminde ulusal haysiyet diye bir şey bulunmadığından, Paşa da, durumdan bihaber, bu lafı inci sanıp, etmiş. Şimdi Ortadoğu bataklığında Rusya ile ABD cebelleşirken, Esad Rusya'ya dayanırken, nasıl ABD'yi tutmazsınız ki! Hele de bu satrancın bir oyuncusu da can düşmanınız İran ve hatta daha da arkada Moskof Rus varsa! Bu durumda ikinci ayyaşın nasıl yanlış içinde olduğunu görmemek için kör olmak gerekmez mi! ABD'nin güçlü olması(!) bir yana, bir de para babası. Böyle bir kaynağa nasıl, hangi sıfatla, ulus devlet sıfatıyla mı(!) yan gözle bakılır! Üstelik yan gözle bakış ülkeye para girişini kısıtlarsa, iktidarımıza ve tabii ki bu iktidara muhtaç ülkenin yüzde ellisine yazık olmaz mı! Tam da Türkiye, zincirlerinden kurtulmuş fezaya doğru var gücü ile diklenirken, böyle bir engeli ülkenin önüne koymak revamıdır!

Ne var ki, bu arada idari vesayet biraz canımızı sıkıyor. Biraz dişimizi sıksak, gelecek bayrama kadar ondan da kurtulacağız, nitekim, muhterem paralelin bu tarafındaki hoca efendinin de buyurdukları gibi, halk siyasilere onay vermişse, siyasetçi istediği kişi ile çalışamaz mı siyasi makamı işgal edenler artık ülkeyi "babasının malı" gibi yönetme hakkını da elde etmiş olmaz mı! Askeri vesayetten çok şükür kurtulduk, bir de şu idari vesayetten halas olsak, işte o zaman devlet nasıl yönetilir tüm dünya aleme gösteririz. Bu adli vesayetin, hem de üst düzeylisi, yani Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay, gerçekten çok büyük bir bela ülkenin başına! Şu Pınar Selek meselesine baksanıza. Mahkeme durmadan ceza veriyor, hem de çoook haklı olarak, Yargıtay, hiç sıkılmadan, bu kararı bozuyor. Hiç değilse, şu Yargıtay vergi yükümlülerinin parasını boşa harcamasa!

Bir ara Japonya'da bulunmuştum, 1975 yılı dolaylarında. Biz orada iken iki uçak havada çarpışmıştı ya da ona benzer bir kaza olmuştu. Bir de baktım ki, ulaştırma bakanı hemen istifa emiş. Japonlar çok garip insanlar koltuğu hemen boşaltmak ne demek, finans dünyasında portföyü boşaltmaya benzemez ki bu iş! İyi ki Türkiye'de böyle kepazelik falan olmuyor. Yoksa, Allah korusun, yönetici bulamayız. Hatta Milli Takım antrenörüne verdiğimiz kadar para da versek, yine de kimseyi başımıza geçiremeyiz.

Mucizelerimiz saymakla bitmiyor ki, hangisini sevinç alameti olarak sıralayayım! Metroda yolculuk edene dışarıdan demir çubuk girme becerisi gösteren bir mühendislik ve iş disiplini tabii ki nükleer santral işini de hakkıyla kotarır.

Hani derler ya, arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, ulus ve siyaset ilişkisi de böyle bir şey olsa gerek!

Geleceğe umutla bakarak, güzel günler dileklerimle.