Belki size de tanıdık gelebilir

Sadece vatandaşlık değil, aynı zamanda ülkemizde ve bölgemizde demokratikleşmeye hizmet ve insanlık görevimi yaparak, cumhurbaşkanı seçimine gitmedim. Sebebim, şahıslarla ilgili olduğu kadar, sistemin sürüklendiği derin karanlığa karşı çıkışımdır. Böyle bir oyuna dahil olan herkes, sonucu da kabul etmek zorundadır. Seçimden evvel kanaatimi açık etmeyi okuyucuya akıl vermek olarak algılayarak, böyle bir saygısızlığa yönelmedim. Ancak, seçimler sonrasında hesap vermemi de okuyucuya saygı gereği olarak düşündüm. Sistemle mücadele sisteme girerek değil, sistem dışında kalarak yapılır, diye düşünürüm.

Karşı olduğum durum, Türkiye'nin, önceleri de politik fırsatçılığa bağlı olarak belli-belirsiz şekilde içine itildiği, ancak özellikle 2002 yılından beri hızla ve çok aleni olarak farklı bir mecraya sürükleniyor olmasıdır. Bir kabus gibi toplumun üzerine çullanmış olan bu doku üzerinde düşünürken, Cambridge Üniversitesi profesörlerinden John B. Thompson'un İdeoloji ve Modern Kültür başlıklı iletişim alanında çok değerli eserinde bana çok aşina gelen bir pasaja rastladım. Thompson ideoloji üzerine derin ve kapsamlı bir analize girişip, önemli açıklamalar yapıp, ideolojik davranış kodlarını beş adet "kip" ile açıklamaktadır. Bugünkü yazıda bu pasajı sizlerle paylaşmak istedim. Kim bilir pasaj, belki size de aşina gelebilir! Bizi ilgilendiren "kip" - davranış kodu - ile ilgili pasaj şöyle:

"İdeolojinin faaliyet göstermesine aracılık eden dördüncü bir kip parçalanmadır. Tahakküm ilişkileri bireyleri bir kollektivite içinde birleştirerek değil, hakim gruplara etkin bir şekilde meydan okuyabilecek kişi ve grupları parçalayarak veyahut da olası muhalefet güçlerini habis, muzır ya da tehditkâr olarak yansıtılan bir hedefe yönelterek devam ettirilebilir. Burada sembolik inşanın tipik stratejisi farklılaştırmadır - yani, kişi ve gruplar arasındaki ayırımları, farklılıkları ve bölünmeleri vurgulamak onların bir araya gelmelerini engelleyen ve mevcut ilişkilere etkin bir şekilde meydan okumaktan ya da gücün uygulanmasına etkin bir şekilde katılmaktan onları alıkoyan nitelikleri ön plana çıkarmak. Alakalı bir diğer strateji ötekinin sansürlenmesi olarak tarif edilebilir. Bu, habis, muzır ve tehditkâr olarak betimlenen ve bireylere kollektif olarak ona karşı koymaları ya da onu sansürlemeleri çağrısında bulunulan, içeride ya da dışarıda bir düşmanın inşasını içerir. Bu strateji çoğu kez birleştirmeye yönelik stratejilerle çakışır, onun karşısında bir araya gelinmesi gereken bir meydan okuma ya da tehdit unsuru olarak ele alınır. 1920'ler ve 1930'larıun Nazi edebiyatında Yahudilerin ve komünistlerin tasviri ya da Stalinist dönemde siyasi muhaliflerin 'halk düşmanları' olarak tarifi, ötekinin sansürlenmesine ilişkin örneklerdir, ama bu strateji bu örneklerin akla getirebileceğinden daha yaygındır."

Thompson ilginç bir örnekle açıklamalarını sürdürmektedir: "Yüksek tirajlı SUN gazetesinin bir başyazısında yer alan bir yorumu ele alalım: tren makinistleri sendikası ASLEF'in 1982 yazındaki olası bir grevi üzerine yorum yapan gazete, okuyucularına ASLEF'in kendi endüstrilerini paramparça edebileceğini, ama 'bizi asla yenilgiye uğratamayacaklarını', çünkü 'Falkland muharebesinin de açıkça gösterdiği gibi, HİÇ KİMSENİN bu ulusu parçalayamayacağını' hatırlatır. Bu yorum, ASLEF'in ulusun bütününe meydan okuduğu bir öteki olarak kurgulandığı bir strateji kullanır ve .....ASLEF, zorluklar karşısında birleşmesi gereken ve kötülüğe karşı koyma iradesi hiçbir şeye boyun eğmeyen bir halkı tehdit eden yabancı bir güçle özdeşleştirilir."

Bilimin genellikle insanlığın refahı, saadeti, ve ilerlemesi amacına yönelik olarak kullanıldığını düşünürüz. Öyle olmadığını sayısız tarihsel örneklerle acı olarak biliyoruz, ama bir ülke siyasetçisine danışmanlık yapabilen bir kadronun, hangi dış güçten destek almışsa(!), ülkeyi parçalayacak politik manevraları kafalara enjekte etmesi affedilir bir suç, hatta hainlik değildir!

Kararsız denge üzerinde yürütülen ülkemiz, umalım hiç beklemediğimiz bir zamanda Irak veya Suriye akıbetine sürüklenmez. Tüm ulusu kapsayıcılık söylemlerinin dudaklardan fiiliyata geçirilmediği ve geçirilmeyeceği de açıkça görülen, kişisel tercih ile şekillendirilen tek yanlı politika hırsı her ülkeyi iç çatışma ve bölünme eşiğine getirebilir, hem de hiç umulmadık ve beklenmedik bir anda!