Atanma zorbalığı

Her sistem kendi içinde tutarlılık ifade eden bir bütünsel yapıdır. Ekonomik sistemler de öyledir, toplumsal sistemler de, siyasi sistemler de kendi içinde tutarlılık ifade eder ve çoğunlukla tutarlıdırlar. Türkiye üniter devlet yapısında iki dereceli parlamenter sistemle yönetilmektedir. Kuvvetler ayırımı ilkesinin geçerli olduğu sistemde cumhurbaşkanı da parlamento üzerinde, faklı siyasi örgüt ve seslerin ahengini sağlamaya yönelik, bazı ilkesel anayasa değişiklikleri ve bütçe tasarısı hariç, diğer tasarılarda yasama organı üzerinde bir seferlik veto hakkını kullanma yetkisini haiz bir tür denetleme makamı olarak görülebilir. Hal böyle olunca, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine lehde ve aleyhde söylenecek epey nokta bulunabilir. Ancak, içinden geçtiğimiz süreçte bu konudaki her türlü beyanın belkemiğini, parlamentonun toplumu temsil niteliği ve cumhurbaşkanının "saksı" olup olmaması tartışması olmak üzere başlıca iki konu oluşturur.

Birinci konu olan parlamentonun toplumu mutlak simetri ile yansıttığı durumda, cumhurbaşkanının halkın seçmesi ile parlamentonun seçmesi arasında çok büyük fark oluşmaması teorik olarak kanıtlanabilir. Ancak, Türkiye'de olduğu gibi, parlamentonun toplumu yansıtamadığı patolojik durumlarda seçimin halk oylaması ile yapılması parlamento tercihinden çok farklı sonuçlar ortaya koyabilir. Parlamento dışında farklı ağırlıkta bulunan grupların sonucu çok farklı etkileyebileceği düşünülebilir. Üstellik de bu etki kişiler üzerinde olmaktan çok, oy yoğunlaşmasına bağlı olarak kişiyi güçlendirme etkisi şeklinde gerçekleşiyor olabilir. Sanırım, eyalet sistemine geçmemiş olan ülkemizde, AKP ve özellikle de başkanının böyle bir tercihte bulunup, bunu yasal hüküm haline getirmesi, ileriye ait planlarının da çok açık olduğunun delilidir.

İkinci konu, birinciden de önemli olmakla beraber, öyle gözüküyor ki, halka yutturularak, fiili durum yaratılmak istenmektedir. AKP oyların sadece yarısını almış olmasına rağmen, adeta tüm oyları almış gibi davranarak, kendi oylarını diğer her grup oya karşı münferit karşılaştırma ile üstün görmekte, karşıtlarının bütünselliğini dikkate almanın ahlaksal bir değer taşıyabilecek etik siyasete yönelmemektedir. Bu bir zeka oyunu değil, etiksizlik ve halka saygısızlıktır! Bir an etik kuralları da bir tarafa bırakarak diyelim ki, herhangi bir konuda AKP dışı partiler de kendi aralarında anlaşamamaktadır. Bu durumda dahi, etik kural, AKP'nin yapması gerekenin, farklı karşıt grupların kendi aralarında anlaşamamalarını değil, bizzat AKP grubu ile anlaşamama konusunda müşterek paydada birleşmiş olduklarını dikkate alarak, karşıtlarının toplamı olarak meseleye bakmak zorunda olduğunu dikkate almasıdır. Heyhat, ben de bayağı bir romantikleştim galiba!.. Atina Medeniyeti'nden beri çok çeşitli düşünürlerin siyaset ahlakı konusunda kafa yormaları ve bazı kurallar koymaları boş bir çaba değildir. Ne var ki, Albert Einstein'in çok veciz ifadesi ile, "bazı kafalara girmek, atom parçalamaktan da zordur"! Kafalar!..

Kafalara girilemeyeceğine göre, meseleyi başka açıdan irdelemek durumundayız. Acaba neden cumhurbaşkanı adayı başbakan şu iki konuda fevkalade hesaplı ve dikkatli davranıyor: cumhurbaşkanlığı vazoluk makamı değildir ve parlamentoda AKP olmalı, hatta çoğunlukla olmalı. Bu iki dayatmayı kişisel dürtülerle anlamak ya da anlatmak da başka türlü bir saflıktır. Kişisel dürtüler rol oynayabilir, ama bunların asıl sebebi 2002 ihalesine dayanmaktadır alınan görevi sahibine teslim etmek, yoksa hesaplaşma çok ağır olur. Birinci kademede iktidardan aşağıya çekilmek, ikinci kademede de korumasız olarak yargıya çekilmek! Peki, meseleler nedir? O da çok açık: Kürt meselesi Ermeni meselesi Kıbrıs meselesi, İsrail ve BOP meselesi. Bu meselelerin çoğunun çözümünü bizzat taraflar da arzulamıyor mu? Evet, ama meselelerin çözüm biçimi üzerinde tarafların ağırlığı ve müşterek kararlarından çok, Ortadoğu'nun planlanmasını yapan egemenlerin tercihidir, önemli olan.

O zaman yüzde kaçı kimler vermiş falan diye hiçbir tartışmaya ve hareket sınırlamasına girmeden "millet seçti" sloganı ile tüm heterojen grupları bir torbaya koyup, (zaten her konuyu torba mantığı ile halletmeyi çok sevdik), üzerine "millet" yazmak amacı gerçekleştirmenin ilk kademesi olarak görülebilir. Böylece birinci konu huzur-u kalp ile aşıldıktan sonra, ikinci aşama "vazo olmamak" rolüne kalmaktadır. O konudaki becerikliliğin kanıtı geçmiş uygulamalarla sabittir. Parlamento ve halkın uyumunu da, geçmiş uygulamalarla devreye sokarsak, ihalenin çözüm şartları yerine getirilmiş olur.

Hal böyle olunca, cumhurbaşkanı seçiminin ilk kez halk tarafından yapılıyor olmasından dolayı, ilerideki uygulama ve düzenlemelere mehaz teşkil edebilecek şekilde usullere uyularak işlerin yürütülmesini beklemek hayalden de öte bir saflıktır. Çünkü, önyargısız ve önniyetsiz bir süreç uygulamıyoruz. Tam tersine, AKP'nin yüklendiği misyonun yerine getirilmesinde muhkem temelleri oluşturmaya çalışıyoruz. Yürüyüşe sadece demokratik kılıf hazırlanma çabası içinde cumhurbaşkanını halk seçecek görüntüsüne bulamaya çalışıyoruz. Bu nedenle, bu meseleyi bugün yaşadığımız, pazarcılığa benzer, tuluat mesabesinden çok daha farklı düşünmek ve, adayların belirlenmesinden, propaganda çalışmalarına varana dek hemen her aşamayı detaylı olarak düzenlemek ve uygulamak zorundayız. Demokrasi ve seçmen haklarına riayet açısından üzülerek şunu belirtmek durumundayım ki, böylesi önemli bir seçim aşamasına, parti başkanını ve başbakanı cumhurbaşkanlığına terfi ettirmek isteyen AKP'nin çoğunlukla iktidarda olması çok büyük bir ulusal trajedi olarak tepemizde durmaktadır. Zira, sözünü ettiğim düzenleme ve uygulamaların ağırlıklı düzenleyicisi iktidar partisi ya da koalisyonu olması gerekirken, böyle bir şansa ne maddi ne de etik olarak sahip bulunmaktayız! Zira baskı altındaki idare kesinlikle görevini yapmıyor! Gerek seçim esnasında gerek seçildikten sonra var olan anayasaya uymamak ve/veya onu zorlamak anayasayı ihlal olarak algılanmalıdır. Anayasal konularda pozitif hukuk kurallarından çok teamüller, ilkesel yorumlar ve ileriye matuf öngörüler çok daha önemlidir.

Bugün tam da "Türk-vari seçim", daha da doğrusu, "AKP'ci dayatma-vari seçim" süreci ile karşı karşıyayız. Bu süreç de, tüm diğer süreçlerde görüldüğü üzere, tek parti diktatörlüğü ucubesinin patolojik sonucudur. Bu bir seçim süreci değil, resmi devlet destekli "zoraki atanma" sürecidir.

Biraz dinlenmeye ihtiyacım olduğundan, 18 Ağustos günü kavuşmak üzere, sizlerden izin rica ediyorum. Sağlıklı, mutlu ve güzel günler diliyorum! Zaten dualar olmayacak gelecek niyazıdır!