Altar'a yatırılan üniversite

İzzettin Önder'in “Altar'a yatırılan üniversite” başlıklı yazısı 1 Nisan 2013 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Önceleri üniversite kapısında polisin bulunmasından, bir üniversite mensubu olarak gurur duyardım. Bunun nedeni, üniversite kapısında polisin bulunmasının görece özerk üniversitelerde toplumsal sorunlara karşı üniversitenin algılamasını, direncini ve kavgasını simgelenmesi idi. Hatta İstanbul Üniversitesi mensubu olmaktan daha da bir gurur duyardım, çünkü bizim üniversitenin kapısındaki polis gücü diğer üniversitelerdekinden daha kalabalık idi. Bu durum İstanbul Üniversitesi karşısında diğer üniversitelerin duyarsız olmasından değil, İstanbul Üniversitesi’nin hem mekansal konumu hem de tarihsel geçmişi ile bir bakıma öğrenci hareketlerine üs işlevi görmesinden kaynaklanıyordu.

Küreselleşme, organik aydınların anladığı biçimi ile nasıl bir medeniyet ise, çevresel konumlu ekonomilerin siyasetçilerini merkez emperyalist güçlerin hakimiyeti altına alırken, kendi halklarına yabancılaştırarak, emperyalistlerin emellerinin halkların çıkarına yeğlenmesine yol açmaktadır. Ne var ki, bu sinsi politikaların ezilen halklara kabul ettirilebilmesi, toplumun zinde kurumlarının örtülü şekilde baskılanmasını gerekli kılmaktadır. Türkiye’de parlamentonun çalıştırılmaması, muhalefetin adeta hakaret edilerek baskılanması, icranın yasama organına baskın kılınması, yüksek yargı organları ve medyanın yandaşlaştırılması ve ciddi denetim altına alınması, ülkenin kanun gücünde kararnamelerle yönetilmesi vb. gibi hak ve hukukla bağdaşmayan baskıcı rejimler emperyalizmin amaçları açısından hiç rastlantısal olmadığı gibi, salt ülke yöneticilerinin davranış patolojileriyle de açıklanabilir değildir. Bu sürecin yegane nedeni, emperyalist çevreden gelen emirlerin hiçbir engelle karşılaşmadan ve topluma yaygınlaştırılıp muhalefet oluşturulmadan, tek adam yönetiminde uygulanmaya koyulmasının sağlanmasıdır. Türkiye’de olanlar, ne kadar kalbimizi acıtıyorsa da, bunlar emperyalizme yanaşma sürecinin, emperyalizmin ülkeyi esir alma sürecinin doğal sonuçlarıdır.

Emperyalizmin bir ülkeye en etkili giriş kanallarından biri de kültür ve eğitimdir. Emperyalizmin bu denli güçlü olmadığı dönemlerde üniversite dışında nöbet tutan ve sadece fiziki çatışmaları denetlemeye çalışan polis, emperyalizmin güçlenmesi ile kılık değişikliği ile üniversitenin içine girmiş ve tüm akademik faaliyetlere hakim olmaya yönelmiştir. Bu süreç, YÖK ve yöneticilerin atanma uygulaması ile başlamış, günümüze dek şiddetlenerek sürmüş ve günümüzdeki kabul edilemez boyuta ulaşmıştır. Günümüzde, maalesef, üniversite kurumu içeriden işgal edilerek “altar”a yatırılmaktadır. Ordu Üniversitesi’nde araştırma görevlileri “kapılarına Eğitim-Sen amblemini asmışlar” diye zabıt tutulup, haklarında tahkikat açılması ne üniversite ne de hak ve hukuk anlayışı ile bağdaşabilir. Diğer üniversitelerde de kimi atama haksızlıklarından, araştırma görevlilerinin “YÖK tasarısı ile ilgili açıklama yaptı” bahanesiyle haklarında tahkikat açılmasına, onlarca araştırma görevlisinin İTÜ’de işlerine son verilmesi ve saymakla bitmeyecek bir dizi içler acısı haksız ve adaletsiz işlemler faciası yaşanmaktadır. Öyle haksızlıklar yaşanmaktadır ki, örneğin aynı dönemde yardımcı doçent unvanını kazanması gerekenler arasında cemaatçiye bir iki hafta önce yazı çıkarılarak, kıdem açısından diğerinin önüne koyulabilmektedir. Artık polis resmi kıyafetlerle kapıda değil, akademik kıyafetlerle üniversitenin içindedir ve üniversite ağacının genç fidanlarını ezerek, üniversiteyi dokusal değişime uğratarak emperyalizmin emrinde, toplumuna yabancılaşmış bir kuruma dönüştürmektedir.

Üniversitelerde zecri kabuk değiştirilme işlemi yapılırken, maalesef, ehliyet değil, sadakat ve cemaat ehli olma vasfı aranmaktadır. Özellikle yurtdışında cemaat katkı ve denetimi ile mekanik eğitim alan gençler cemaat emrine göre uygun yerlere atanmakta, böylece üniversite bir süre sonunda tamamıyla ele geçirilmiş hale gelmiş olacaktır. Bu yolla üniversiteyi cemaat ve cehalet değil, bu güruh üzerinden aslında emperyalist güçler ele geçirmiş olmaktadır. Bu ne cehalet ne derin bir gaflettir!

Bu gaflet heykellere tüküren, sanatı aşağı gören, kültürden nasibini almamış, felsefe kültüründen yoksun olarak soyut düşünme kabiliyeti bulunmayan siyasetçilerin algılamalarının çok ötesindedir. Önceleri de bu sütunda belirtmiş olduğum gibi, Profesör Apple’ın ünlü sözü ile, böylesi yürüyüşle, “bilgisiz ve kültürsüz bırakılan nesiller, bilgisiz ve kültürsüz olduğunu dahi anlayamaz” hale gelmektedir. Felsefeden yoksunluk ve bilgisizlik emperyalizmin de algılanmasını engellemektedir. Topluma yapılan hakaret ve kötülük bu kadar ciddi ve şiddetlidir.

Teslim alınan üniversite itaate hazır robot ya da organik nitelikli sahte aydın yetiştirir, fakat eleştirel düşünceye sahip aydın üretemez. Sonuçta üniversite hem kadrosu ile, hem de bu kadronun şuursuzca dış dünyadan aktardığı ve kendi toplumuna yabancı bilgi kırıntıları ile emperyalizmin itaatkar dokusunu oluşturur hale gelmektedir.