Taksim mutabakatı

Öncesindeki bütün gelişmeler darbe girişimine işaret ediyordu. Erdoğan-AKP bloğunun dış politikası kabul edilebilir değildi. Blok emperyal projelere zarar vermeye başlamıştı ve herkesle kavgalıydı. Ya bu politikasını değiştirecek, ya da değişecekti. Nitekim tam bir U dönüşü gerçekleştirdi. Ancak sorun yapısal nitelik kazanmıştı, dönüş işe yaramadı. Dolayısıyla denklem hem değişecek hem değişecek noktasında yeniden formüle oldu. Darbe bu diyalektik zemininde gerçekleşti.

***

Darbe girişiminin başarısız olması bu bağlamı içinde teknik bir ayrıntı olarak değerlendirilmeli. Zira iktidar bloğuna gereken mesaj da verilmiş oldu. Şüphesiz faillerinin beklentisi başarılı olmasıydı. Bu taktirde muhtemelen yine AKP ile devam edilecek,  iktidarın hem içeride hem de dışarıda rahatsızlık yaratan sivrilikleri budanacaktı. Şimdi ise AKP, bekleneceği gibi, iki yönlü bir değerlendirmeyle yol almaya başladı. Darbeyi savuşturduktan sonra bir yandan iç güvenlik önlemlerini artırıyor, parti devlet inşasını tamamlamaya çalışıyor, başkanlık sistemini fiilen yaşama geçiriyor... Öte yandan ise iktidarda kalmanın nasıl bir bıçak sırtı konum olduğunu iliklerinde hissederek, devletin tüm kurumlarına güvenini yitirmiş şekilde, darbe karşıtlığını merkeze alan bir “dostluk” hamlesi başlatıyor. Taksim’deki CHP mitinginin önünün devletin bütün olanaklarının seferber edilerek açılması ve mitinge katılım bunu ifade ediyor: Demokrasinin gereğini yerine getirelim, geçmişi unutalım, gelecekte yaşanacakları aklımıza takmayalım.

***

CHP darbe girişiminden sonra soyut bir demokrasi savunuculuğuna soyundu. Öyle ki, politikasının merkezine darbe karşıtlığını yerleştirirken, AKP’nin siyasi kimliğini görmezden gelen bir çizgi tutturdu. Sanki öncesinde her şey olağanmış gibi. Hedef tahtasına Cemaati yerleştirdi. AKP ile Cemaat arasındaki eski ilişkiyi, AKP’nin çok uzun süredir mevcut bulunan tek adam-tek parti rejimi hedefini yok sayan bir siyaset.

***

AKP şimdi muhalefetin bu hatalı yaklaşımından yararlanarak, yaratmış olduğu dinsel sömürü düzenini tahkim etmeyi hedefleyen yeni bir demokrasi kültürü yaratmaya çalışacak. Muhalefeti kendisine mecbur bırakan bir hamle. İronik biçimde CHP de tam bu noktaya yatırım yapıyor: AKP’nin “yumuşatılması”, darbeden öncesi halinden daha kötü olmayan bir AKP iktidarına toplumun rızasının alınması. Kılıçdaroğlu Taksim kitleselliğini arkasına alarak milli mutabakat adına Saray’a gidecek.

***

Ancak daha kötüsü sosyalist solun senaryoyu bu şekilde okumayarak ana muhalefet partisinin açtığı yola, Taksim’e, Gezi’nin coşkusunu bir kez daha yaşamak adına akmış olmasıdır. Anlaşılan önümüzdeki dönemde, eğer AKP ister ve gerekli görürse, CHP’yi daha fazla derecede sürece ortak edeceği bir demokrasi oyununu hayata geçirecek. Sosyalist solun Taksim desteği bu açıdan hem CHP’ye hem de AKP’ye tam bir hayat öpücüğüdür, niyetten bağımsız olarak.

***

Çok uzun zamandır bağımsız sosyalist hat diyoruz. Bir kesim ise cephe taktiklerini öne alıyor. Cephe tabi ki kurulabilir. Ancak ilkeli davranmak koşuluyla. Cephe diyenlerin, Taksim buluşmasının bu bakımdan ipuçları yaratacağını umanların CHP’den solun hangi ilkesi adına beklenti içinde olduklarını net olarak tanımlamaları gerekir. Mümkün değildir, CHP’de böyle bir ilke yoktur. Taksim’de laik kitleyle buluşmanın o kitlede yaratacağı etki ise CHP çatısının sol için ne derecede uygun bir mekan olduğu algısının pekişmesi olacaktır.

***

Taksim’e katılan aynı sol 2015 seçimlerinde bir başka vesileyle HDP’nin yanındaydı. Hedef başkan yaptırmayacağız idi, olmadı, hesap matematiksel olarak bile yanlıştı. Şimdi ise laiklik hesabıyla CHP’den medet umuluyor, CHP inisiyatifinin peşine düşülüyor. Olmayacak: Neden mi? CHP’nin hesabı başka, AKP’yi yumuşatmak ve AKP’yi darbe girişiminden önceki sınırlarında tutmak. Sosyalist sol kendisi bir ağırlık oluşturamadığı sürece başka hiçbir aktörü etkileyemez. Bu tip savruluşlar ise ağırlık için gereken ilkeselliği tamamen gözden çıkarmak anlamına gelir.