NATO’culuk, Füze Kalkanı, “Sıfır Sorun” Politikası ve “Şüpheli Niyetler”

Şu somut verileri dikkate almak gerekir:

İran’ın, kendi nükleer enerji programı ile ilgili görüşmelerin Türkiye’de yapılmasına ilişkin önerisi (ki Türkiye de bunu sahiplenmişti) ABD tarafından reddedildi. ABD bir başka ülke, Türkiye’yi dışlayan 5 + 1 formülünün altını özellikle çizerek, önerisini getirdi.

ABD’nin Türkiye eski büyükelçisi Edelman “AKP hükümetini şımartmaya son vermemiz gerektiğini düşünüyorum” diyerek, CHP’yi andı. Benzeri değerlendirmeler, bu sene içinde, başka üst düzey ABD’li siyasetçiler tarafından da yapılmıştı.

Füze Kalkanı projesi karara bağlanmış oldu. İran’ın hedef olarak anılmamasının herhangi bir önemi bulunmuyor. Herkes biliyor ki SSCB çöktükten sonra NATO’nun hedefinde İran ve Kuzey Kore gibi ülkeler var. Yerine göre bu hedef doğuya ve kuzeye doğru daha da genişletilebilir.

İran dış işleri bakanlığı projeyi ABD patentli olarak değerlendirerek, arkasında şüpheli niyetler bulunan bir macera olarak niteledi.

* * *

Türkiye, bölge ülkeleriyle kendi inisiyatifine dayanan ilişkiler geliştirmeye çalışsa da öncelikle bir NATO ülkesidir, “batılı”dır. Cumhurbaşkanından başlamak üzere hepsinin dile getirdiği gibi, AKP’yi NATO doktrinleri bağlar. Bu yalnızca emir komuta zinciri içinde gerçekleşen bir bağlılık değildir. AKP ideolojik olarak sermayeden ve batıdan yanadır. Böyle olduğu için Cumhurbaşkanının “dayatılan bir şey yok” demesinin anlamı yoktur. Burada dayatmaya gönüllü rıza söz konusudur.

Emperyalizme askeri, iktisadi, siyasi, ideolojik bağlılık AKP’yi batının uydusu yapıyor. Bölgesel açılımlarını en nihayetinde bu paradigma içinde gerçekleştiriyor. Coğrafi olarak belki kendisi yayılıyor ama, yaydığı şey kapitalizmin ideolojisidir. O nedenle Yeni Osmanlıcılık diye nitelenen hakimiyet çabalarının sınırını batıcı ilişkiler belirler.

Başka türlüsü olanaklı olabilseydi, Lizbon’da bulunulmaz, NATO konseptine imza konulmazdı. Adı üzerinde NATO, yani Kuzey Atlantik…., yani Atlantik’in kuzeyi, yani Kuzey Amerika, yani ABD. Türkiye’nin yeri burasıdır. AKP’nin, Lizbon’da sarf ettiği bütün çaba Amerikancı konumunu pekiştirmek için oldu.

* * *

Türkiye Edelman’ın “şımarıklık” olarak tanımladığı yetki kullanımını Obama döneminde gerçekleştirdi.

Bu dönem her bakımdan belirsizliklerle karakterizedir. Obama’yı iktidara getiren, Cumhuriyetçi yönetime, Bush politikalarına karşı hem dışarıda hem de içeride gelişen tepkilerdi. Ancak ABD dış politikası, özellikle 21. yüzyılın başı gibi bir dönemde, istikrarlı olmak zorundadır. Nitekim Obama’nın verdiği sözlerin altını dolduramayacağı çok kısa sürede anlaşılmış oldu. Afganistan ve Irak politikalarında önemli bir değişim gerçekleşmezken, içeride de sosyal harcamaları kısmaya yönelik mali politikalar geliştiriliyor. Anlaşılan o ki 2012 seçimlerinde Demokratlar’ın bir kez daha seçim kazanması zor bir olasılık. Cumhuriyetçiler Obama fasılasında nefes alma fırsatı bulmuş oldular.

ABD’nin ve dünyanın tepesine yine bir Cumhuriyetçi başkan çöreklenecek olursa, savaş, kapitalist iktisadi politikalar, üstelik daha şiddetli dozlarda kullanılacak demektir.

Eğer böyle olursa, ABD, Obama döneminde, “demokratlık” adına bırakılan boşlukları süratle doldurmaya yönelecek kendi çeperindeki aktörlere tanıdığı toleransa son vererek onları hizaya çekecektir. “ABD bütün bunlarda başarılı olur mu ?” sorusu ayrı bir konudur. Önemli olan özellikle bölgemizdeki hararetin artacak olmasıdır.

* * *

AKP Türkiye’si şu günlerde yalnızca füze kalkanıyla ilgili karar vermiyor. Aynı zamanda bölgesel misyon konusunda ve “sıfır sorun” politikasında da bir eşik geçiliyor. NATO yeni tehdit unsurlarına karşı yeni askeri önlemler alıyor. Türkiye NATO içinde, karar verici mekanizmalarda AB üyesi ülkeler düzeyinde yer ediniyor, saldırgan politikaların üretimine de ortak olan ileri uç konumuna yükseliyor.

Şimdi Türkiye’nin diplomatik başarısı olarak sunulan bu gelişmelerin, komşularla “sıfır sorun” politikasıyla uyum sergilemesi beklenemez. İran böyle diyor.

NATO’daki son gelişmeler, aslında, ABD’nin Obama sonrası Cumhuriyetçi ABD dış politikasıyla daha uyumludur. Türkiye bu politikaların merkezine yerleşerek NATO’nun uçlarındaki çatışmalar açısından ciddi risk alıyor, geri dönüşsüz sözler veriyor. AKP’nin İslam üzerinden sergilediği alt emperyalist açılıma yapısal bir kırılganlık yükleniyor.

Bütün bunların AKP içindeki cemaatler arasındaki gerilimleri, Gül ile Erdoğan arasındaki cumhurbaşkanlığı çekişmesini etkileyeceğini de dikkate almak gerekir.

Geçen haftaki yazımda kullandığım son cümle yine geçerli: Bu tablo içinde dingin bir AKP iktidarı olmaz. Bu zeminde AKP dinginliği sürdüremez.