Marksist Marksizm

Son haftalarda, borsacıların, liberal iktisatçıların, eskiden beri sağda konuşlanmış köşe yazarlarının Marksizm'i bu kadar dillerine dolamış olmalarının iki nedeni var:

İlk olarak, ekonomik krizin yaratması kaçınılmaz sınıfsal tepkilerin kontrolden çıkma ihtimaline karşı tedbir alıyorlar. Krizin varlığını, üstelik bunun topyekun ekonomik bir kriz olduğunu kabul ediyorlar. Korkulan şey kriz teorileri açısından iktisat alanına yeri doldurulmaz bir katkı koymuş bulunan Marks'ın yeniden toplumsallık kazanmasıdır. O nedenle Marks'ın krizin kaçınılmazlığı konusundaki haklılığını kabul edip, sonrasının önünü kesmek istiyorlar.

İkinci olarak, Marks'ın kuramını parçalamaya çalışıyorlar. Marks'ın iktisat ve sosyoloji düzlemlerinde haklı olduğunu, politik ve felsefi düzlemlerde ise yanıldığını söylüyorlar. Onlara göre, haklılığı, kapitalizmin krizli doğasını açıklaması ve her daim krizlere gebe olduğunu öngörmesiydi. Sosyolojik düzlemde işaret ettiği toplumsal eşitsizlikler ve bunların ortaya çıkaracağı sosyal sorunlar, özellikle son 30-40 yıl içinde belirginlik kazanmış ve bu sorunların sınıfsallıkla doğrudan ilişkili olduğu da ortaya çıkmıştı. Ancak, ilk iki düzlemdeki kanıtlardan yola çıkarak, kapitalizmin yıkılacağını işaret etmesi yanlıştı, nitekim bu yanlışlık Leninizm'in pratik olarak iflas etmesiyle de kanıtlanmıştı. Bunu da mezarlıkta korkuyu defetmek için ıslık çalmaya benzetebiliriz.

Marksizm'in parçalanması müdahalesi O'nun bilim alanına sınırlanmasını, politikadan soyutlanmasını hedefler. Bu ise Marksizm'in akademi dünyasına, sohbetlere sınırlanarak iğdiş edilmesi, toplumsallaşmasının engellenmesi anlamına gelir.

Öte yandan, Marksizm'in salt bir bilim olduğu ve politikayla herhangi bir ilişkisinin bulunmadığı tezi eskiden beri kimi Marksizm ekolleri içinde de vardır. Buna göre Marksizm'i politikayla ilişkilendirip, eğilip bükülmesine neden olan ve kendi çıkarları için kullanan Leninizm ve Sovyet sosyalizmi olmuştur.

Oysa, Leninizm'in Marksizm'le esas ilişkisi O'nu kendi özünde olmadığı kadar politikleştirmesinde değil, örgüt teorisi konusunda geliştirmesindedir. Nitekim, Marks en büyük eseri Kapital'i "unutulmaz dostu" Wilhelm Wolf'e "proletaryanın yiğit, vefalı ve yüce savunucusu" diyerek ithaf eder. Bu, bir iktisatçı ya da sosyolog olarak görülmeye çalışılan Marks'ın politik kimliği konusunda yeterince açıklayıcı bir ipucudur.

Marksizm'in politikayla ilişki düzeyini Marks'ın 1852'de Weydemeyer'e yazdığı mektupta açık biçimde gözleyebiliriz: "Kendimle ilgili olarak şunu söyleyebilirim ki, modern toplumdaki sınıfların varlığını olsun, aralarındaki savaşımı olsun keşfetmiş olma şerefi benim değildir. Benden çok önce bazı burjuva iktisatçılar, bu sınıflar savaşımının tarihsel gelişimini anlatmışlar, bazı burjuva iktisatçılar da bunun ekonomik yapısını dile getirmişlerdi. Benim yeni olarak yaptığım şundan ibaretti: 1- Sınıfların varlığının yalnızca üretimin belirli tarihsel gelişim evrelerine bağlı olduğunu, 2- Sınıflar savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne götüreceğini, 3- Bizzat bu diktatörlüğün bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir toplumun kurulmasına geçişten ibaret olduğunu göstermek."

Burada her şey açıktır. Marks hem geleceğin toplumunun yapısı konusunda (kapitalizmin bilimsel analizinden hareketle) net bir öngörüye sahiptir: Sınıfsız toplum (yani komünizm). Hem de bunun politik aracının proletarya diktatörlüğü olacağını yazmaktadır.

İşte burjuva yazarların, düşünürlerin korktukları şey de budur. Krizin tetikleyeceği kendiliğinden sınıf hareketinin politik Marksizm ile organik buluşması.

O nedenle şimdi Marksizm'in dinazorlarına büyük iş düşüyor: Marks'ın ortaya koyduğu politik görevi işçi sınıfının bilincine çıkarmak, Marksizm'in ehlileştirilmesine, bir hobi durumuna düşürülmesine izin vermemek. Bu da ancak sınıf mücadelesini örgütleyerek başarılabilecek bir görevdir.