Macron AB’nin kararını Erdoğan’a tebliğ etmiş oldu

Şimdiye kadar hiç bu kadar açık söylememişlerdi. 

Avusturya’dan bir süredir Türkiye’nin AB üyeliğinin hiçbir şekilde söz konusu edilmemesi gerektiği yönünde açıklamalar geliyordu. Merkel de yakın geçmişte iki ülke arasında ayyuka çıkan sorunlar vesilesiyle bu yönde imalarda bulunmuştu. Ama Erdoğan’ı sarayında misafir eden Macron’un yüzünde bir tebessümle Erdoğan’ın yüzüne özellikle bakarak söyledikleri AB’nin resmi açıklaması olarak kabul edilmeli. Zira Paris AKP’ye karşı uluslararası diplomaside standartlaşmış klasik kibar tutumunu hemen hiç bozmamıştı.

Şöyle dedi Macron: “Yeni başlıkların açılması gibi bir durum söz konusu olmayacaktır. Her iki tarafın da süreç normal bir şekilde ilerliyormuş gibi sergilediği ikiyüzlülüğü bırakması gerekir.”

Oysa eskiden hava çok farklıydı. 

Aralık 2004’te Brüksel’den üyelik sözüyle dönüşünde Erdoğan iki saatte ancak ulaşabildiği Kızılay meydanında büyük tantanayla karşılanmış, “Bize güvenin, Türkiye çok farklı olacak, ülkemizde demokrasi daha farklı bir güç kazanacak” demişti.

Bu hava son birkaç yıla kadar yine büyük kutlamalar eşliğinde böyle devam etti. Her 9 Mayıs Avrupa Günü’nü ülkenin dört bir yanında AB zevatı ile birlikte şenliklerle kutlamak gelenek halini almıştı.

Biz ise en başından beri bu işin hiç olurunun olmadığı noktasında kesindik.

Evet AKP’nin ilk yıllarında Türkiye’nin AB üyeliği işi biraz daha ciddi bir görüntü veriyordu. Ama bu proje üyelikle sonuçlandırılmak maksadıyla değil, bir oyalama taktiği olarak gündemde tutuluyordu.

AKP bizzat kendisini iktidara getiren ABD tarafından AB üyeliğine doğru yönlendirildi. ABD bu konuda Almanya üzerinden de bir ikna faaliyeti yürüttü. Hatırlanacaktır o dönemde ABD ile AB arasındaki ilişkiler de uyumluydu. Emperyalistler hep birlikte AKP’yi albenili bir paket içinde pazarladılar. O paketin üzerinde demokrasi yazıyordu. AKP Türkiye’de demokrasiyi ileriye taşıyacaktı ve AB üyelik süreci yalnızca yabancı sermaye girişlerinin sürekliliği bakımından değil, AKP’nin demokrat diye yutturulması bakımından da “çıpa” işlevi görecekti.

Dikkat edersek AKP’nin AB üyelik hayallerinin suya düşmesi ile emperyalist sistemin AKP’ye bakışının değişmesinin tam bir paralellik gösterdiğini görürüz. AKP’nin (bu haliyle) emperyalist sistem açısından işlevini yitirdiği günümüzde gerçeğin Erdoğan’ın yüzüne karşı ve açık bir basın toplantısında söylenmesinde artık hiçbir çekince hissedilmiyor.

AKP’nin bu oyunu görme ihtimali, başka şeylerde olduğu gibi, hiç yoktu. Gerçekten de Türkiye’yi AB üyeliğine taşıyabileceklerini sandılar. Böyle göstermek işlerine de geldi tabii ki. Aynen Kürt sorununu çözebilecekleri, Türkiye’yi büyük bir bölgesel güç yapabilecekleri iddialarında olduğu gibi. 

Oysa Türkiye’nin bölgesel bir güç haline gelmesiyle AB üyeliği ve Kürt sorununun çözülmesiyle Türkiye’nin bölgesel bir güç haline gelmesi hepsi birbirlerini çelen olgulardı.

Neden böyleydi, neden AB üyeliği bir hayalden öte bir şey değildi?

Bunun farklı nedenleri var şüphesiz. Örneğin Türkiye’nin Müslüman kimlikli bir ülke olması, AKP’nin bu kimlikle Türkiye’yi yeniden inşa etme işini fazlasıyla abartması, Yeni Osmanlı retoriği etkili şeyler.

Ayrıca Türkiye’nin AB’nin belirlediği kriterleri yerine getirme olanağı da hiç yoktu.

Ancak esas belirleyici faktörü yine iktisadi dinamiklerde aramalıyız. Türkiye işsiz yığınları, dev gibi ekonomik ve mali sorunları ile AB’nin sindiremeyeceği kadar büyük bir ülke. Serbest dolaşım hakkı kazanmış milyonlarca işsizimizin Avrupa sınırlarını geçtiğini düşünün. Birkaç milyondan değil, birkaç on milyondan söz ediyoruz. On milyonların içinde, yerinde yurdunda bir türlü insanca yaşayamayan ve bu düzende çözümü olanaksız bir sorun içinde kıvranan Kürtlerin bu tabloya katacağı ilave hengameyi de aklımızda tutmalıyız.

Ve AB sınırlarını eski sosyalist ülkelere doğru genişlettikçe bu sorun açısından zaten fazlasıyla yüklenmişti. 

Ama bu oyalama taktiği aynı zamanda emperyalizmin çaresizliğinin de tezahürüydü. Koskoca bir ülkeyi içlerine almaları da, bu sorunlu haliyle yanı başlarında tutmaları da mümkün değildi. Oyalayacaklar ama oyalamayla geçen süreç her tür sorunu daha da belirgin hale getirecekti. Şimdi bu noktadayız. AB hem kendi içinde hem ABD ile hem de Türkiye ile kavgalı. Ekonomik kriz uzadıkça anlaşmazlıklar da derinleşip, yayılıyor. 

Hatta AB olgusunun kendisi Avrupa emperyalizmi için bir kriz başlığı oluşturuyor.

Her tür sorunun bu hali bizi düzen dışına, sosyalizme davet ediyor.