Kucaklaşma, dokunulmazlık, barış

Belliydi: Kucaklaşmanın sonu BDP vekillerinin dokunulmazlıklarının tartışmaya açılmasına kadar uzandı.

Oysa BDP’li vekiller evlatlarıyla kucaklaştıklarını belirtmişlerdi.

Bunu kabul edilemez bulsanız, dokunmanın gerekçesi saysanız ne ifade eder.

Kucaklaşanlar aralarındaki ilişkiyi böyle tanımladıktan sonra, dağdakilere savaş kusanların “öyle değil” demelerinin, “gerilla” diye tanımlananı, “terörist” olarak suçlamalarının herhangi bir anlamı olur mu, oldu mu ?

Bu noktadan sonra ya kabul eder, size yabancı, düşmanca gelse de seçmen kitlenizin %6’sını oluşturan bu ilişkiyi onaylayarak gereğini yerine getirirsiniz ya da şimdiye dek yaptığınız gibi reddeder ve yok etmeye yönelik silahlı politikalarınızı sürdürürsünüz.

Durum esasen bu kadar basittir. Aile içi bu ilişkiyi “terör” kavramsallaştırmasıyla gözden düşüremezsiniz. Yok edemediniz, yok edemezsiniz.

* * *

Ancak: Türkiye kapitalizminin ve bu düzenin egemenlerinin bu ilişkiyi olağanlaştırması, kabullenmesi olanağı yoktur.

Bir dönem, kimi sağ entelektüeller, Kürt gerçekliğini reddetmenin Birinci Cumhuriyetin karakteristiği olduğunu sanmışlar, savunmuşlardı.

Çok kısa süre içinde açığa çıktığı gibi Cumhuriyetlerin ikincisi de aynı zaafın kurbanıdır.

Çünkü, sorun cumhuriyetlerle değil kapitalizmle ilişkilidir. Daha da ötesinde şu da artık daha net olarak gözümüzün önünde duruyor: İkinci Cumhuriyet kendisini Yeni Osmanlıcılık ve bölgesel hakimiyet hedefiyle bağladığı için, Anadolu coğrafyasında kendi otoritesine karşı çıkan bütün aktörleri yok etmek, daha merkezi, daha otoriter, daha askeri, daha dinsel, daha Sünni ve daha milliyetçi olmak zorundadır.

Yeni Osmanlıcılık için Anadolu coğrafyasındaki etnik ve sınıfsal kimliklerin dini bir amalgam içinde çözülmesi gerekmektedir.

“Bölünme” olasılığı Yeni Osmanlıcılık açısından da reel bir risktir. Kürt hareketinin şiddetle bastırılması, bu olasılığın bertaraf edilmesi açısından gereklilik olarak görülmektedir.

* * *

Öte yandan, “bölünme” olasılığının reel zemini de vardır.

Günümüz koşullarında, etnik kimlikleri tanımaya doğru açılan her çevre kapitalist ülke küçülmeye, etnik kimlikler üzerinden bölünmeye ve etnik dolayım üzerinden emperyalist müdahaleyi davet etmeye mahkumdur. Üstelik emperyalizmin dünyadaki devlet sayısını din ve etnisite temelinde çoğaltmaya yönelik bir hedefi de vardır.

Kapitalist rasyonalitede etnik kimlikleri bir arada tutacak olan faktör yalnızca paradır. Aksi durumda sonuç toplumsal, siyasal eşitsizliklerin belirginleşmesi olur ki, bu da kaçınılmaz biçimde etnik yapılar arasındaki ilişkileri kutuplaştırır. Kutuplaşmanın silahlı yollarla gerçekleşmesi olasılıklardan yalnızca birisidir. Silahlı kutuplaşmanın olmaması, bu etnik yapıların geleceğe ilişkin farklı yaşam tasavvurları geliştirmeyecekleri anlamına gelmez.

Türkiye, bir yandan çok uzun süredir yaşadığı ekonomik sorunlar nedeniyle, bir yandan da Kürt uyanışının akıl almaz hızına bağlı olarak bu kutuplaşmayı ve bütün biçimleriyle çok hızlı ve belirgin biçimde yaşamıştır.

Türkiye kapitalizmi Kürt sorununu çözemez. Türkiye egemenleri Kürt sorununun “çözümünde” şiddeti kullanmaya mahkumdur. Şiddetin sorunu çözümsüz kılması kuraldır.

* * *

Aradan geçen 30 yıl boyunca Türkiye egemenleri ile Kürt hareketi güne ve geleceğe kapitalist nesnellik dışında bakamadıkları için bugün gelinen nokta bir kader kudretiyle ortaya çıkmıştır.

Türkiye egemenlerinin tarihsel olarak bildikleri en iyi yol, yani Kürtlerin şiddetle yok edilmesine dayalı strateji, Kürt uyanışı karşısında çaresiz kalmış, bu çaresizlik aynı stratejinin yinelenmesi çaresizliğini dayatmıştır.

Öte yandan: Kürt hareketinin 1980 sonrasındaki yalnızlığı ve silahlı mücadeleye mecbur bırakılması da kendi “kısır” sarmalıdır.

Emperyalist hiyerarşide, Anadolu’muzun içinde yer aldığı bölgenin bu hiyerarşide taşıdığı önem de dikkate alındığında, Kürt hareketinin kendi başına herhangi bir düzen içi kopuşu başarma gücünün bulunmadığı ortaya çıkar.

Kürt hareketi için bir dönem “ayrılık” bir proje idi. Yukarıda tanımlanan ortam nedeniyle bunu tek başına gerçekleştirmesi beklenemezdi. Bu projeden vazgeçtiğini açıkladığı dönemde ise, ortaya çıkmış bulunan milliyetçi atmosfer bu yeni yönelimini tamamen inanılmaz kılmıştır.

Kürt hareketinin, egemenleri ve AKP’yi dize getirmek için gerçekleştirdiği her silahlı eylem Türk milliyetçiliğini körüklemekten başka işe yaramıyor.

Sonuç bir çetrefil durumdur: Kürt hareketi “ayrılmayız” dese de Türkler açısından inandırıcılığı yoktur. “Ayrılma” hedefi, başka gelişmeler ve realitelerle, tek başına halledilemeyecek denli bitişmiş durumdadır. Türkiye Kürtleri emperyalizmin onayı olmadan “ayrılamazlar”. Türkiye Kürtleri hiçbir şey yapmasalar bile Türklerin milliyetçilikleri dinmez. Hiçbir şey yapmamak Kürtlerin bitişi demek olur.

Bu durum, Türkiye kapitalizminin ve bu nesnellik içinde çözüm arayan aktörlerin kaderidir.

* * *

Bu bir düğümdür. Tarafların yaptıkları, düğümün üstüne düğüm atılmasından başka işe yaramıyor.

Düğümlü ortamda barış mesajları komik kaçıyor. Etnik karakterli siyasi hareketler hem emperyalizmin bölgeye müdahalesini kolaylaştırıyor, hem bu müdahale açısından gerekçe yaratıyor hem de kandan beslenen emperyalist politikalar karşısında halk sınıflarının birleşmesini engelliyor.

Kürt hareketinin bölgedeki parçalı durumu emperyalist müdahaleleri daha da kolaylaştırıyor. Kürt hareketinin antiemperyalist karakterli duruşunu olanaksızlaştırıyor.

Antiemperyalist bölgesel çıkışlar etnik ve dini kimlikleri birleştirecek sınıfsal birliktelikleri zorunlu kılıyor.

Kısaca, barış insani değil siyasi bir hedef olarak beliriyor, hedefe emperyalizmi koymayı gerektiriyor.