Kriz dünyaya Trump’ı verdi, Trump dünyaya ne verecek?

Amerikan tekellerinin çoğu açısından beklenmedik bir sonuç olduğu söylenebilir. Zira önemli kısmı Clinton’ı destekliyordu.

Bu adam tam bir görgüsüz, kadın, göçmen ve Müslüman düşmanı, kürtaj karşıtı ve Obama’nın sosyal  nitelikli sağlık reformunu rafa kaldıracağını söylüyor. Cumhuriyetçi Parti’nin siyasasını genel hatlarıyla paylaşsa bile, lafları o denli marjinal ki, Orada bile tam manasıyla kabul görmedi.

Amerikan resmi verilerine göre serveti 4.5 milyar Dolar. Kendisi ise “10 milyar dolar” diye itiraz etti, “hepsini ben kazandım, seçim bağışlarına ihtiyacım yok, kendi param yeter” dedi. Seçim gezilerini 100 milyon dolarlık özel uçağıyla gerçekleştirdi. Son 10 yıldır vergi ödemediği ortaya çıktığında, büyük bir yüzsüzlükle kabul etti ve “vergi kaçırmaya olanak veren yasa yapmasaydınız” diye diklendi.

Sonuçta, Demokratların tabanını oluşturan gençlerden, kadınlardan, göçmenlerden oy çalmayı başardı. Cumhuriyetçilerin siyahlar arasındaki oy oranını bile %6’dan %8’e yükseltti.

İlk bakışta garip gelebilir: Nasıl oluyor da “zenginliğinin, hırsızlığının, kadın, göçmen ve Latin düşmanlığının propagandasını bu kadar açık yapan birisi, tehdit ettiği toplum kesimlerinden bir önceki seçimlere göre daha fazla oy almayı başarabiliyor” diye sorulabilir ?

Hiç garip değil. Zira Trump 1970’lerden beri iyice uzamış ekonomik durgunluğun ve 2008’de patlayan ve bir türlü çare üretilememiş bulunan krizin ürünüdür. Sınıf hareketinin, solun yokluğunda ortaya çıkmış toplumsal eğilimleri, korkuları, tedirginlikleri, çaresizlikleri iyi sezmiş; marjinal duygu savrulmalarını hissetmiş ve bunlara temas eden saldırgan bir üslupla seçimleri kazanmıştır.

Emperyalizmin ürettiği İslami terör ve göç sorunu, geniş emekçi yığınlarda içe kapanmaya ve “güçlü” lider arayışlarına yol açıyor.

Amerika uzamış durgunluk dönemindeki kalkınma stratejisini, sanayisini, emeğin kendisinden neredeyse 10 kat daha ucuz olduğu Çin’e kaydırmak üzerine kurmuş bulunuyor. Çin’i kendi tüketim mallarının büyük fabrikasına dönüştürürken, ortaya çıkan cari açığını da Çin’e pazarladığı devlet tahvilleriyle finanse etmekte. ABD’de işsizlikteki artış ve reel ücretlerdeki gerileme bu tercihle bağlantılı.

Öte yandan Obama döneminde, özellikle Ortadoğu’da Rusya karşısında yitirilen askeri ve siyasal prestijin de bu sonuçta etkili olduğunu saptamak gerekir. 

Trump’ın seçim sloganı olan “yeniden büyük Amerika” cümlesi kapitalizmin yarattığı ve Obama’nın çare olamadığı hayal kırıklıklarına oynuyordu.

Şimdi Erdoğan dahil herkes yeniden şekilleneceği umulan Amerikan dış politikasından nemalanmak için sıraya girmiş durumda. Ancak O tam bir tüccar. Şimdilik, tebrik kuyruğuna girenlere ne istiyorlarsa onu pazarlıyor. Ne de olsa, aynen Amerikan halkı gibi, ABD’ye bağımlı ülkelerin liderleri de umut arayışında.

Bizde yandaş basın, Erdoğan’ın telefonunu “kızım sizin hayranınız” diye açtığını pompalarken, O aynı anda Kürtlere hayran olduğunu açıklıyor, Erdoğan’ın Mursi’sini asmayı planlayan Sisi için “şahane bir adam” değerlendirmesi yapıyor, “Esad da IŞİD’le savaşıyor, kendisiyle birlikte çalışmalıyız” diyor.

Kısacası, ilk dediklerine bakarak olumlu beklentiler içine girenleri yanıltma potansiyelinin çok yüksek olduğu kabul edilmeli.

Krizin ürünü olan bu adam, yapacağı her şeyle krizi daha da derinleştirecektir.

Belki de en tahmin edilebilir politikası Ortadoğu’ya yönelik olacaktır. Zira Müslüman düşmanı. Bunu politik arenada IŞİD ile mücadele ve göçmen akınını durduracak düzenlemeler biçiminde somutlayacağı beklenmeli. Sonuç, Ortadoğu’da Rusya ile daha rezonans halinde bir yaklaşım olacaktır. Ancak Obama’nın da zaten son birkaç aydır tam bu noktaya geldiği ve geçen hafta El Nusra liderlerinin öldürülmesi emrini verdiği hatırda tutulmalıdır.

Bütün bu nedenlerle ABD’nin Ortadoğu politikasında önemli bir değişiklik beklenmemelidir. Dolayısıyla yandaş basının Trump vesilesiyle AKP’nin elinin rahatlayacağı yönündeki beklentileri hiç gerçekçi değildir.

Trump’ın Rusya ile dost bir Ortadoğu politikası AKP’yi tamamen işlevsizleştirir. AKP’nin şimdiye kadar yürüttüğü cihatçılarla dost yaklaşımdaki ısrarı ise kesinlikle ters teper.

Anlaşılan Amerikan sermayesi içinde sanayi mallarının Çin’de üretilmesi ve cari açığın da Çin’e tahvil ihracıyla kapatılması yaklaşımı açısından bir çatışma mevcut. Trump bu tercihe son vereceğini, sanayiyi yeniden içeriye taşıyacağını ve böylece istihdamı artıracağını söylüyor. Böylece yükselen Çin tehdidini de bertaraf etmeyi umuyor.

Ancak tam bu noktada kapitalizmin nesnel yasalarına toslayacağı da açık. Zira ekonomik durgunluğun uzamasının nedeni kar oranlarını yükseltecek bir teknolojik atılımın gerçekleştirilememiş olması. ABD  zaten bu nedenle tek seçenek olarak ucuz emek cenneti olan Çin’e yönelmişti. Şimdi gerekli alt yapı düzenlemelerini gerçekleştirmeden sanayinin yeniden millileştirilmesinden söz etmek sonuç vermez bir yoldur. Çin’deki sanayi üretiminin yarıdan fazlası Amerikan şirketleri tarafından gerçekleştiriliyor ve bu tekelleri geri döndürmek için hangi mekanizmaların devreye sokulacağı tamamen belirsiz. Patron neden daha pahalı emek kullansın ki ?

Amerikan emperyalizminin sorunları yapısal ve çözülmez. Trump Amerika’nın sorunlarını bile çözemez ve bu sorunlar daha çok Trump üretir.

Adalet ve eşitlikten yana olanlar ciddi bir kapışmaya hazır olmalı. Trump’tan dünyaya umut yok, ama, O’nunla birlikte derinleşecek ekonomik, sosyal, siyasal sorunlara karşı sınıfı örgütleme olanağı mevcut.