'İşçi sınıfı nerede?' diyenlere, 'sen neredesin?' demek gerek

Sınıfla ilgili yazıyordum. Araya Musul konusu girdi. Bundan önceki iki yazımda (http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ilker-belek/kimiz-biz-emekci-mi-yoksa-t... ve http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ilker-belek/tek-mucadele-yontemi-var-si...) iki şey söylemiştim:

1-Tek geçerli mücadele yöntemi sınıf mücadelesidir, zira ancak sınıf mücadelesi, egemenlerin gücünü sağlayan üretim araçlarının özel mülk edinilme biçimini ortadan kaldırmayı hedefler.

2-Dini ve etnik kimlikler üzerinden verilecek mücadele en nihayetinde, planlardan, arzulardan bağımsız olarak, patronların, emperyalistlerin denetimine girer, onlara hizmet eder.

Devam edelim.

Biz sınıf siyaseti, mücadelesi dedikçe, kimlikçiler “sınıf nerede ?” diye itiraz ediyorlar. Böyle dedikçe daha fazla derecede egemenlerin istediği yola saplanıyorlar.

Zira günümüzün egemen gücünün, yani burjuvazinin en önemli ideolojik müdahalesi sınıfa kimliğini unutturmaktır. Sınıfın kendisini başka kriterler, kimlikler, din ve etnik yapı üzerinden tanımlamasını sağlamaktır. İşçi kendisini işçi olarak unuttuğunda, kendisini Kürt, Müslüman, vb olarak gördüğünde, güç ilişkisini atlamış, özel mülkiyet rejimini onaylamış, hayatını patronuna teslim etmiş olur.

İşçi sınıfının nerede olduğunu soranların da, eğer bir bilgisizlik söz konusu değilse, böyle bir teslimiyet içinde oldukları baştan kabul edilmeli.

Ayrıca bu soru tam bir körlüktür, zira içinde yaşanılan gerçeklik işçi sınıfıdır.

Ancak yine de bir ayrım yapmakta yarar var.

Bunu Lenin zamanından beri biliyoruz: İşçi sınıfının yapı olarak varlığıyla, özne olarak varlığını birbirinden ayırmak gerekir. Lenin bunu “kendinde” ve “kendisi için sınıf” kavramsallaştırmasıyla yapmıştı. Yapı olarak sınıf konumuna “kendinde sınıf”, toplumsal bir özne olarak mücadele sahnesine girmiş, potansiyelinin farkında olan sınıfa ise “kendisi için sınıf” demişti.

Kendinde sınıf, sınıf yapısıdır. Kendisi için sınıf ise kendi toplumsal çıkarları için savaşan özne.

Ancak kendinde sınıf, yani bir yapı olarak sınıf olmasaydı, kendisi için sınıf, yani bir özne olarak sınıf da ortaya çıkamazdı. Özne olarak sınıfın ayaklarını üzerine bastığı zemin kendi sınıf yapısallığıdır.

Bu anlamda kendinde sınıf ile kendisi için sınıf arasındaki, yani yapı ile özne arasındaki ilişki bir süreklilik sergiler. Sınıfsal özneye, yapıyı anlamadan, yapı içinde devinmeden ulaşmak olanaklı değildir. Sınıf bir yapı olarak zaten devinir. Ama sınıfı devindirmek için dışarıdan müdahale de gerekir.

Kendinde sınıf potansiyeli olan bir yapıdır. O potansiyel, ortak yaşam deneyimlerinden, işliklerde yaşanan ortak sorunlardan kaynaklanır. Yapı olarak sınıf kaçınılmaz olarak o ortak deneyimleri ifade eden bir kültürü içselleştirmiş durumdadır. Yaşanan ortak sorunlara karşı bir araya gelişler, sendikalarda kümelenmeler yapının içerdiği özne olma potansiyelinden kaynaklanır.

Bütün bu saptamalar, potansiyelin üzerinin din ve etnik kimliklerle örtülemeyeceği anlamına gelmez. Ancak tersi de doğrudur: Ne kadar kalın örtülürse örtülsün, nesnelliği olan bu potansiyel hiçbir zaman yok edilemez.

Eğer kendimiz de işçi, emekçi konumunda isek, işçi sınıfı tam içinde yaşadığımız yapıdır. O yapının potansiyelini görememek ise bizim yetersizliğimiz.

İşçi sınıfı nesnel bir yapıdır. Üretim varsa işçi sınıfı vardır. İşçi sınıfını yaratan kapitalist üretim ilişkileri nesneliliğidir. O nesnellik toplumsal manada sömürü olarak kendisini ortaya koyar. Sömürü varsa muhatapları, yani işçiler de var demektir. Sınıf potansiyelini yok edilmez kılan sömürüdür.

Ancak “işçi sınıfı nerede ?” diye soranların derdi, mücadele eden bir özne olarak işçi sınıfının olmadığı ise, şimdilerde doğrudur. Doğrudur, fakat gerçekliğin bu şekilde ifade edilmiş olması doğru değildir, çünkü ancak burjuvazinin işine yarar.

Kimileyin, bu soru Kürt hareketinin kitleselliğine bakılarak, sınıfçıları küçümsemek amacıyla da soruluyor. Sonuç değişmez. Ayrıca bir olgunun önemini belirleyen kriter niceliği değildir. Eğer yanlış eksendeyse, nicelikler yalnızca emperyalist maniplasyonun ne kadar derine indiğini bile gösterir.

Sorunun gerçek biçimi, “işçi sınıfı mücadelesini yükseltebilmek için ben ne yapmalıyım ?” şeklinde olmalıdır. İşte o zaman soru, gerçek bir öznenin zihinsel etkinliği halini almış olur.