'İki ayyaş'tan, 'aziz Atatürk'e?

Tarih 28 Mayıs 2013. Erdoğan grup toplantısında alkolü sınırlayan düzenlemelerine dair konuşurken şöyle diyor: “İki tane ayyaşın yaptığı yasa muteber oluyor da dinin emrettiği bir yasa sizin için neden reddedilmesi gerekiyor?”

Gelen eleştiriler üzerine sonradan “iki ayyaş”a açıklama getirme lüzumu hissediyor, ama laik kitle bu laftan çıkarması gereken anlamı çıkarıyor ve kast edilenlerin Mustafa Kemal ile İsmet İnönü olduğunu bir tarafa not ediyor.

“Atatürk” dememek için özel çaba sarf eden AKP’lilerin tutumu bu 10 Kasım’da birden değişti. Hatta bu kez “aziz Atatürk” diyerek kendi içlerinde bir “devrim” bile gerçekleştirdiler.

Ne oldu? Gerçekten bir dönüşüm mü var?

Hiç değil. Ama “hiç değil”in ötesinde başka bir durum daha var.

Önce ilk kısma bakalım.

Bunların fıtratı takiyye. Takiyye, yani kendi lügat tanımları olarak “Müslüman’ın, canının ve malının tehlikede olduğunu hissettiğinde karşı taraf gibi görünmesi”. Yani rol yapmak. Kuran’da dayanakları olduğunu da yine kendileri söylüyorlar: Ali İmran suresi, 28. ayet.

Mustafa Kemal’le ilgili son pozisyonları tam olarak budur.

Mecbur kaldılar. Ellerindeki tek ideolojik araç uzun süredir dindi. AB üyeliği, demokrasi, seçkinlerin tasallutuyla mücadele gibi işlerin foyası bir bir ortaya çıkmıştı. Dinle idare etmeleri ise hep söylediğimiz gibi mümkün değildi. Din siyaseti cumhuriyetçi, laik kesimi kendilerinden daha da uzaklaştırıyor, kutuplaşmayı artırıyordu.

Oysa hedef 2019’da başkan seçilmekti ve belli ki kutuplaştırma stratejisinin ters tepeceğinin hissedildiği noktaya gelinmişti. Kimi AKP’li yazarlar da, gerilimin parti aleyhine işlediği konusunda uyarılarda bulunmaya başlamıştı.

Kendi şirketlerinin araştırmalarına göre oy oranları %41’di ve %5’lik Bahçeli desteği de durumu kurtarmaya yetmiyordu. Seçmenin %15’i ise kararsız olduğunu itiraf ediyordu.

Başkanlığı garanti edebilmek için Akşener’in tabanına, kararsızlara oynamak, MHP’lileri tedirgin etmemek, CHP’lileri de “durum o kadar da vahim değilmiş”e ikna etmek lazımdı.

Burası tamam, denklemin seçim taktiğinin ötesine taşan kısmına gelince:

AKP aynı zamanda “Atatürkçülüğe” müdahale etmeye, Mustafa Kemal’i ve “Atatürkçülüğü” AKP’lileştirmeye çalışıyor.

Şimdiye kadar pek çok önemli başlıkta yaptığı gibi: Örneğin fikir ve inanç özgürlüğü, laiklik, demokrasi. AKP bu kavramların tümünü dinselleştirdi. Cihatçılığı fikir ve inanç özgürlüğü içine dahil etti. Dinci, cihatçı örgütleri sivil toplum örgütü diye kabul ettirdi. Laikliği dine özgürlük biçiminde yeniden anlamlandırdı.

Şimdi aynı operasyon anlaşılan Mustafa Kemal üzerinde yürütülecek.

Toplumsal bilinçte bir türlü önemsizleştirilemeyen Mustafa Kemal AKP’lileştirilmeye, dinsel bir bağlam içine yerleştirilmeye çalışılacak.

Bunun böyle olduğunu yine Erdoğan 10 Kasım münasebetiyle yaptığı uzun konuşmanın bir bölümünde doğrudan ortaya koydu: “Atatürk’ü ruhu faşist, söylemi Marksist marjinal çevrelerin tekeline mi bırakacağız? CHP gibi amorf bir partinin Atatürk’ü milletimizden kaçırmasına rıza göstermeyeceğiz.”

Soru şu: AKP bu çabasında başarılı olabilir mi? Kesinlikle hayır. Zira Mustafa Kemal’e yönelik böyle bir yaklaşım yenileme gereğinin hissedilmiş olması bile yönetememe krizine dair son bir belirtidir.

Ve daha önemlisi Mustafa Kemal’in Osmanlı’yı, saltanatı, hilafeti yıkan kurtuluş ve kuruluş ideolojisiyle, bunların Osmanlıcı ve Orta Çağcı zihniyeti birbirini kesinlikle dışlar.

AKP her konuda açıklar vermeye devam edecek ve bu bizim sosyalist mücadelemize bulunmaz olanaklar sunacak.

Daha kolay anlatacağız: Mustafa Kemal saltanat ve hilafet karşıtlığıdır, dünyeviliktir, monarşiye karşı cumhuriyettir, saraya karşı meclistir. Mustafa Kemal Türkiye’nin gecikmiş burjuva devriminin önderidir. Mustafa Kemal AKP’nin devrini kapatan olduğu kadar, işçi sınıfının önünü kesen politikasıyla da sonradan AKP’nin içinde boy atacağı toplumsal yapıyı yaratandır.

Mustafa Kemal’i AKP’nin istismar etmesini önlemek için bile kurduğu cumhuriyeti sosyalist devrimle değiştirmek gerekir.