Dinci siyaset neden hep Amerikancıdır?

Obama’nın son döneminde fena halde Amerika karşıtıydılar. Hatta, ABD ile araları açıldığında yanlarında yer almadığı için solu bile eleştiriyorlar, darbe destekçiliğiyle suçluyorlardı.

Türkiye’yi NATO’ya sokmuş bir neslin evlatları antiemperyalizm taslıyordu.

Çok değil daha bir iki ay önceydi. Obama’yı Kürtlere silah verdiği, IŞİD mücadelesine hava desteği sağlamadığı için yerden yere vuruyorlardı. Fethullahçı darbenin arkasında da ABD vardı. AKP vatan savunmasındaydı, yabancı güçler büyüyen Türkiye’yi ve O’nun liderini çekemiyordu.

Rusya ile iş pişiriliyor, Suriye’ye ortak akınlar düzenleniyor, NATO’dan çıkılıp, Şanghay’a giriliyordu.

Trump’la birlikte bütün değerlendirmeler yine değişti. ABD’nin darbeleri, CIA’nın işkencehaneleri unutuldu. Öyle ki, Trump’ın Müslümanlara giriş yasağı koyması, Kürtleri ağır silahlarla donatarak Rakka’ya yönlendirmesi, tamamı görmezden geliniyor. Oysa bunlara bakıldığında Obama daha masum kalıyor.

Zira mesele başka. Obama yaşanan bir ilişki neticesinde kararını vermiş, arayı açmıştı. Trump ise yeni, acaba gözüne girmek becerilebilir mi?

Siyasal İslam’ın, dinci siyasetin derdi budur.

İki gün önce, Münih Güvenlik Konferansı’nda CIA eski direktörü Petraeus’un söyledikleri bunun için kutsal derecesinde kıymet görür.

Petraeus Türkiye’nin NATO için ne denli vazgeçilmez olduğunu anlatıyor ve ABD’nin yeniden eski sıcak ilişkiyi tesis etmesi gereğinden söz ediyor.

Aslında ABD açısından değişen bir şey yok. Her zaman olduğu gibi Türkiye’yi kıvamda tutuyor, bölgesel stratejisini şekillendirmeye çalışıyor.

ABD’nin ne melun bir devlet olduğundan, Fethullah’ı nasıl koruduğundan, gerçekleştirdiği darbelerden dem vuranlar, şimdi CIA şefinin ağzının içine düşüyor. Onlara göre, Petraus’un “YPG PKK’nin kuzenidir” demiş olması, ABD’nin Türkiye ile iş yapma niyetinin göstergesi oluyor. Kutluyorlar. Oysa aynı anda, Rakka’ya YPG’yi sokma planını engellemek üzere Amerika’ya giden AKP heyeti yüz geri ediliyor.

Siyasal İslam’ın aklı da, antiemperyalizmi de, bağımsızlıkçılığı da bu kadardır.

O’nun ilkesi falan yoktur. Bu durum aynı anda hem “Bab’dan sonra Rakka’ya gireceğiz” hem de “yalnızca taktik destek vereceğiz” demelerinden bellidir. Birisi içeriye, tabana, başkanlık için; diğeri ise dışarıya, emperyalistlerin yüzüne edilen laflardır.

Suriye’de denklemin içinde kalma derdindeler. ABD kabul etse Rakka’ya kim bilir kaç askeri ölüme gönderecekler.

Amerikancılar, emperyalizme muhtaçlar, pazarlık etmeye çalışıyorlar ve bütün bunlara Rusya’nın ne diyeceğini bile düşünemeyecek kadar çaresizler.

Hep böyleydi. Temel referansları Özal, ABD koruması altında Irak’a girmenin, bir koyup, üç almanın düşlerini kuruyor ve komşu bir ülkenin topraklarına göz dikmiş olmaktan en ufak bir utanç duymuyordu.

Neden böyledir? Neden siyasal İslam emperyalizme karşı bağımsız davranamaz? ABD çoğunluğu Müslüman çevre ülkelere etmediğini bırakmazken O’na duyduğu sevdadan vazgeçemez? Neden NATO’nun kanatları altına sığınmaya mecburdur? Neden fırsatçıdır?

Bunun tek nedeni kapitalist üretim ilişkilerine, piyasaya, paraya olan tutku ve tutsaklığıdır.

Kapitalist yoldaysanız onun uluslar arası kurumsallığını da kabulleneceksiniz. Hem piyasa ekonomisi uygulayalım, devleti patron sınıfının hizmetine sunalım, ülkeyi yabancı sermayeye sınırsızca açalım, NATO’nun silahlarını kullanalım; hem de bu düzenin kurallarına itiraz edelim, siyaseten bağımsız kararlar alalım, bu ikisi bir arada olmaz.

Bunu da aslında en iyi siyasal İslam bilir. Pratik olarak. Zira hep iktidardaydı. Kendi bildiği gibi davranmaya kalktığında boynundaki iplerin gerildiğini hisseder. Yabancı sermaye kaçıverir, kredi kuruluşları not kırıverir, Rusya koordinatları bildirilmiş askeri birliği vuruverir ve artık ağzınızı açamaz haldesinizdir.

Daha birkaç ay önce ABD için etmedik laf bırakmayan bu dincilerin şimdi CIA eski şefinin laflarında çare aramalarının nedeni budur.