'Diktatör' Fidel

Fidel, komünist, Marksist-Leninist’ti.

Batista diktatörlüğüne karşı duyduğu insani tepkilerle devrimci olmuş, komünizmle tesadüfen eline geçen Manifesto ile tanışmıştı.

Fidel, insan kalabilmenin koşulunun boyun eğmemek, boyun eğmemenin koşulunun ise komünistlik olduğunu yaşayarak kanıtlamış bir önderdir. Aynı şey Küba için de geçerlidir. Küba devrim sonrasında sosyalizmi tercih etmeseydi ayakta kalamazdı.

Marksizm’in siyasi abc’si Marx’ın daha 1852’de Weydemeyer’e yazdığı mektupta özlü biçimde formüle edilmiştir. Konu; sınıf, sınıf savaşımı ve toplumun geleceğidir: “Benim yeni olarak yaptığım şundan ibaretti: 1-Sınıfların varlığının yalnızca üretimin belli tarihsel gelişim evrelerine bağlı olduğunu, 2- sınıflar savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne götüreceğini, 3- bizzat bu diktatoryanın bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir toplumun kurulmasına geçişten ibaret olduğunu göstermek.”

Bu kadar: Her Marksist-Leninist sınıfsız toplumun kuruluşu için proletaryanın diktatörlüğünü savunur. Sosyalizm yalnızca geçiştir.

Mezopotamya kent devletlerinden beri bütün toplumlar sınıflıdır. O zamandan beri her toplum bir diktatörlüktür. Üretim araçlarının sahipleri, aynı zamanda diktatörlüğün de sahipleridir.

Günümüzde diktatörlüğü belirleyen özel mülkiyet rejimidir. Özgürlük, eşitlik, adalet için bu rejimin yıkılması, üretim araçlarının kamulaştırılması gerekir. Patronla, sömürdüğü işçi nasıl eşit olabilir ve eşitlik olmadan işçi nasıl özgürleşebilir. Özel mülkiyet rejiminde eşitlik de, özgürlük de kağıt üzerindedir.

Sosyalizm patronların elindeki fabrikalara, ağaların mülkiyetindeki tarlalara el koyarak kamulaştıran diktatörlüktür. Artık ilişki tersine dönmüş, denklem tersinden kurulmuştur: Eski egemen sınıfın üretim araçlarını, yani iktidarı yeniden ele geçirmesini engellemek için proletarya kendi diktatörlüğünü kurmuştur.

Bir Marksist-Leninist olarak Fidel burjuva iktidarını tarihin çöp sepetine göndermek ve emperyalist ülkelerden gelebilecek tehditleri bertaraf etmek bakımından kurulan proletarya diktatörlüğünün öncüsüdür.

Diktatörlük de demokrasi de sınıfsal kavramlardır. Patronlar için demokrasi olan işçi ve köylüler için diktatörlüktür. İşçi iktidarı kendi demokrasisini kurmak için burjuvaziye diktatörce davranmak zorundadır. Burjuvazi, işçiyi sömürerek biriktirdiği sermayesini gönül rızasıyla gerçek sahibine, proletaryaya vermeyeceği için böyledir.

Fidel’in babası bir toprak ağasıydı ve devrimin ilk icraatlarından birisi toprak reformu oldu. Fidel diktatördür ve diktatörlüğü kendisine, kendi sınıfsal kimliğine karşıdır. Fidel sınıfları ortadan kaldırmak, siyaseti amatörleştirmek için kendisine karşı diktatördür.

Küba proletarya diktatörlüğü üzerinden ilerlemeseydi Batista rejiminin inşa ettiği toplumsal yapıyı değiştiremezdi. Küba, sömürücülere karşı diktatör olduğu için, demokrasidir.

Küba’nın sağlıktaki, eğitimdeki başarıları, kadına insanlığını vermesi, işsizliği yok etmesi, hepsi sosyalist demokrasinin sonuçlarıdır.

Bugün bütün dünya tekelci-endüstriyel tarımın, kimyasalların pençesinde kıvranırken, kaynakları kıt Küba kent tarımıyla kendi halkını besleyebiliyorsa, bunu sağlayan şey, Fidel’in tekellere karşı diktatör olmasıdır.

Küba, herhangi bir Kübalı vatandaş gibi yaşayan, saraylara sığmayan devrimcilerin ülkesidir. Küba genel seçimlerde paranın etki etmediği tek ülkedir. Fidel seçildiği seçim bölgesindeki halka kendisini görevden alma yetkisi veren bir diktatördür.

Küba bir zamanlar ABD’nin kerhanesiydi. Fidel o pislikten özgür, kalkınmış, onurlu, kendisine yeten bir ülke yarattı.

Fidel burjuvaziye karşı diktatör, Küba halkı için “bizim Fidel”dir.

Fidel’e diktatör diyenlere en iyi yanıtı, O’nu sonsuzluğa uğurlamak için vakur bir duruşla Havana’yı dolduran, Küba’ya sığmayan milyonlarca Kübalı verdi.