Bu Yürüyüş nereye varır?

Bir siyasi eylemin içeriği, hedefleri baştan belirlenmeli midir ? Böyle bir niyet olsa bile o eylemin nereye varacağı, evrileceği konusunu işin başında tam olarak saptamak olanaklı mıdır ?  Bu gibi konularda katı tutum takınmak, eylemin toplumun daha geniş kesimlerini kucaklamasını, etkisini artırmasını, radikalleşmesini önleyici bir etki yaratmaz mı ?

Bu gibi sorular bir yere kadar haklı görülebilir.

Ancak eğer siyasi bir eylem gerçekleştiriliyorsa, işin başında, eylemin her aşamasında yeniden değerlendirmek koşuluyla olsa bile, içerik, hedef ve olası ittifaklar konusunda net tanımlamalar yapmakta zorunluluk vardır.

Öncelikle eylemin eylem hattı boyunca çevresine vereceği mesajlar net, anlaşılır, kavrayıcı, yön verici olmalıdır. Çünkü eylemin kişiliğini belirleyecek olan asgari koşul budur. Eylem kitleselleşecekse de, radikalleşecekse de her şey bu eksen etrafında gerçekleşecektir.

Bütün bunlar Adalet Yürüyüşü için de geçerli. Neden mi ? Açık: Yürüyüş kendiliğinden nitelikli bir eylem değildir, planlıdır, net siyasal bir mesaj belirlememiş oluşu planlanmış siyasi bir eylem olduğu gerçeğini değiştirmez.

*****

Şöyle:

Kılıçdaroğlu’nun Yürüyüş’ü kendine özel bir program havasında ilan etmesi, yani kendi tabanına bile neredeyse tamamen kapatması, bu eylemin içeriği hakkında en önemli fikir veren işaretti.

CHP her zaman olduğu gibi muhalefetin herhangi bir biçimde kitleselleşmesini, organize olmasını istemiyordu. Daha da ötesi mevcuttu: Takındığı bu tutum, kitleselleşmesinin ve organize olmasının önüne geçmeyi amaç edinmiş özel bir hedefi bile içeriyordu.

Nitekim hemen ertesi günü CHP grup başkanvekili Engin Altay’dan son derece yakışıksız bir açıklama geldi. Yetkili şahsın ağzından CHP bu Yürüyüş’ün, sürecin bir aşamasında FETÖ’nün ve kimi uç örgütlerin yolundan çıkarmış olduğu Gezi sürecine benzemesine asla izin vermeyeceğini açıklıyordu.

Hep söylediğimiz gibi CHP AKP’ye karşı biriken enerjinin konsolide olmaması ve AKP’yi tedirgin edecek herhangi bir toplumsal tepkinin ortaya çıkmaması için özel gayret gösteren bir düzen partisidir.

Bu kez de aynı misyona soyunmuştur. Özellikle 16 Nisan referandumundaki düzenbazlığa karşı sessiz kalmakla eleştirilen Kılıçdaroğlu, sıra artık kendi milletvekilinin tutuklanmasına geldiğinde, üzerindeki basıncı azaltmak bakımından yollara düşmekten başka çare bulamadı.

Artık yürümemesi mümkün müydü, göstereceği herhangi bir tepki biçimi herhangi bir derecede kabul edilebilir olur muydu ?

*****

Peki, tam bu noktada şu soruyu da sorabilir miyiz ? CHP eylemin niteliğini her ne kadar işin en başında belirlemiş olsa bile, yürüyüş hattı boyunca Kılıçdaroğlu’na verilecek olabildiğince kitlesel destek, eylemi daha sola çekmeye, muhalefeti toparlamaya yaramaz mı ?

Yaramaz. Böyle düşünmemin en önemli nedeni, CHP’nin bu konudaki hassasiyetini Gezi hakkında etmiş olduğu ağza dahi alınmayacak lafla ortaya koymuş olmasıdır.

Bu laf edildikten sonra CHP’nin bu tutumuna dair herhangi bir tepki göstermeden Kılıçdaroğlu’nun yanında adalet aramaya kalkmak, halkımıza karşı yapılmış en büyük adaletsizce davranış (en azından) olacaktır.

*****

Ama yine de, yine de, bütün bunlara rağmen, eylemin içinde bulunmakta inat gerekmez mi, bu inat CHP tabanıyla, laik kesimlerle irtibatlanmaya yaramaz mı ?  

Hiç sanmıyorum, ancak diyelim ki yaradı, işte tam bu noktada eylemin siyasi ekseni, topluma verilecek ana mesajlar belirleyici hal alır.

Ve bir kez daha solun nereye yatırım yapması gerektiği konusu gündeme girer:

Düzen içine mi, düzen dışına mı ?

Meselemiz AKP’nin, Erdoğan’ın, saray rejiminin geriletilmesi midir, yoksa başımıza bu rejimi bela eden kapitalist düzenin yıkılması mı ?

Antikapitalist, antiemperyalist mücadeleyi yükseltmeden AKP’nin geriletilmesi mümkün müdür ?

Dünya ve Türkiye çok keskin bir dönemeçte yol alıyor. Yaşadığımız sorunların çözümüne ilişkin hiçbir ara mekanizma artık bulunmuyor.

Ya bu işi toptan ele alıp, radikal bir çözüme, bir düzen değişikliğine bağlayacağız ya da o düzenin mezesi olacağız.

Adaleti eşitlikten kopardığımız, eşitlik sağlanmadan adaletin tesis edilebileceği yanılgısını pompaladığımız sürece, adaletin sosyalizme ne kadar muhtaç olduğu sıradan gerçeğini de gizlemeye hizmet etmiş olacağız.

O nedenle “harekette bereket vardır” anlayışı siyaset stratejimiz olamaz.