Başkanın Yenikapı’sı

Erdoğan’ın, CHP’nin Yenikapı’ya katılımını sağlamak konusunda gösterdiği ısrar. Anlamlı. Daha önce, aynı meydanda Kılıçdaroğlu için etmedik laf bırakmamıştı oysa ki.

Temel olarak iki nedene bağlı.

Bunlardan ilki, bütün siyaseti ve muhalefeti 15 Temmuz gecesine, darbe girişimine, Fethullah’a bağlamak. Öncesini ve sonrasını görünmez kılmak.

15 Temmuz öncesinde AKP, Kılıçdaroğlu’nun deyişiyle bir sivil darbe gerçekleştiriyordu. Erdoğan’ın kendisi anayasanın fiilen geçersiz olduğunu, yeni bir rejim kurulduğunu açıklıyor, başkanlığını ilan ediyordu.

Şimdi, İslami rejim kurma yönündeki bu niyetlerini olağanlaştırmak istiyorlar. Bunu yaparken bir yandan da geçmişte başarısız oldukları her sorunu Fethullah’ın üzerine atacaklar. Suriye, Roboski, sınav sorularının çalınması, 17-25 Aralık kayıtları… Geçmişlerini aklayacaklar ve bunu normalleşme olarak sunacaklar.

15 Temmuz öncesindeki amaç ve suçların darbe girişiminin arkasına gizlenmesi, iç siyasetin, muhalefeti de dahil edecek şekilde, 15 Temmuz öncesindeki amaçlar doğrultusunda konsolide edilmesine yarıyor. Erdoğan başkanlık sistemini epey zamandır hayata geçirmişti. Yenikapı organizasyonu, bu bakımdan muhalefetin mutabakatının deklarasyonu anlamına geliyor.

Yenikapı mitingi konusunda uygulanan basıncın ikinci gerekçesi ise dışarıyla bağlantılı. AB-ABD bloğu, kısaca Batı diyelim, darbe girişimine oldukça “soğukkanlı” yaklaştı. Açıkça hissettirdiler: Bu girişimi bekliyorlardı ve daha da ötesinde başarılı olmasını arzuluyorlardı.  15 Temmuz sonrasında Batı’nın darbeye değil de, Erdoğan’ın 16 Temmuz’dan itibaren giriştiği rejimi tahkim etme amaçlı harekatına odaklanması da bununla ilişkili.

Batı’nın darbe girişimi konusundaki “duyarlılığı”nın en çok farkında olan aslında Erdoğan’ın kendisi. Tehlikenin henüz geçmediğine yönelik vurgusundaki süreklilik bunu gösteriyor. Batı Erdoğan’dan çok uzun süredir memnun değil. Darbe sonrasında Erdoğan’ın yumuşama yönünde gerçek bir belirti sunmamış olması bu rahatsızlığın devamında belirleyici. Dolayısıyla Erdoğan darbe girişiminin değişik biçimlerde arkasının getirilme ihtimalinin yüksek olduğunu biliyor.

Bu nedenle dışarıdan gelen bu tehdidi bertaraf etmek bakımından üç şey yapmaya çalışıyor.

İlk olarak sokakları yandaşlarıyla dolduruyor. Rejiminin ne derecede güçlü biçimde halk tabanına yaslandığını göstermeye çalışıyor, aynı zamanda ardçı dalgalara karşı sivil önlem alıyor ve laik kesimi  eve kapatmaya çalışıyor.

İkincisi, Batı ittifakına, NATO’ya karşı, Rusya ile yakınlaşma kozunu oynuyor. Bunu daha önce yazmıştım. Bu oyunun gerçekçi bir alternatif olamayacağını en iyi kendisi ve Batı biliyor. Ancak yine de pazarlık unsuru olarak kullanmaya çalışmaktan başka çaresi bulunmuyor. Rusya ise NATO’yu içeriden zayıflatmak bakımından bu fırsatı tabi ki değerlendirmeye bakıyor.

Üçüncüsü ise Batı’ya bütün muhalefet unsurlarının kendi yanında olduğu mesajını vermeyi hedefliyor ve Batı’nın basıncını dağıtmak bakımından en etkili stratejinin bu olduğu da çok açık. 15 Temmuz öncesinde kendisini “diktatör bozuntusu” olarak niteleyen Kılıçdaroğlu’nu yanına alması bu açıdan gerçekten de başarı sayılmalı. Nitekim Kılıçdaroğlu da bu oyunun farkında olarak, ilk anda, Erdoğan’ın Yenikapı ısrarının bozulan uluslararası prestijini düzeltmek gayesiyle bağlantılı olduğunu, bu nedenle mitinge katılmayacağını açıklamıştı. Ancak CHP bu… İdeolojik omurga ve örgütlü bir taban hareketi olmadığından kararın değiştirilmesi için 48 saat geçmesi bile gerekmedi.

Bütün bu nedenlerle Yenikapı Erdoğan’ın parti-devlet ve başkanlık sistemi yolundaki en kritik hamlesidir. Cumhuriyetin kurucu partisinin Cumhuriyetin ruhunun teslim alınacağı o meydana çıkması ise en hafif deyimiyle ironi.