Balbay ile Küçük’ü neden tahliye ettiler?

Akla gelen ilk yanıt, son günlerin popüler konusu, Cemaat ile AKP arasındaki gerilimdir.

Ergenekon, ODA TV, Balyoz gibi davalara konu oluşturan belgelerin kimisi tutuklananların bilgisayarlarına virüsle yerleştirilmiş, kimisi de bavullarla, Cemaat’in emniyetteki örgütlenmesinin medya ayağı olarak değerlendirilenler tarafından emniyet kapısına bırakılmıştı.

Kısacası, Birinci Cumhuriyet’e ve bazı sosyalistlere karşı yürütülen operasyonlarda Cemaat’in parmağı vardı.

Son tahliyeler, bu nedenle, AKP’nin Cemaat’e yönelik bir hamlesi olarak yorumlanmaktadır.

Ancak, bu yorumun, AKP ve Cemaat’in ortak tarihi düşmanlarına karşı birlikte hareket etme zorunluluklarının, yaşanan her şeye rağmen, halen devam etmekte olduğu gerçeğini gözden kaçırdığı açık.

Üstelik bu yorumda şöyle bir çelişki de mevcut: Tutuklarken Cemaatçi olan mahkemelerin, tahliye ederken AKP’li olması durumu.

Bu nedenle dinci blok içindeki çatışmayı tahliyelerin nedeni olarak saptamak akla yakın düşmüyor.

* * *

Bana kalırsa, bu olayın nedeni, dinci bloğun içine kara kediyi de sokan ve daha üst derecede belirleyici olanıdır: Yani, büyük güçlerin Erdoğan’ın ve kısmen de AKP’nin üzerini çizmek yönündeki eğilimleri ile Haziran Ayaklanması.

Haziran Ayaklanması, hem dış güçleri, AKP’nin gerçek yüzünü görmek hem de AKP’yi, iç siyasette kendisine ayar vermek zorunda bırakmıştır.

Emperyalistlerin korkusu, Türkiye gibi önemli bir coğrafyada, nereye doğru meyledeceği kestirilemeyecek türden toplumsal hareketlere zemin hazırlayacak kör politikalardır. Bu tür olaylar bakımından en tipik örnek Mısır’dır. Mısır’da Erdoğan’ın pek sevdiği Müslüman Kardeşler’in halkta nasıl bir tepkiye yol açtığı görüldü. Eğer ordu yönetime el koymasaydı gelişmeler emperyalizmin kontrol edemeyeceği bir doğrultuda gelişebilirdi. Demokrat Obama’nın, Erdoğan’ın bile eleştirilerine maruz kalmak pahasına darbeyi desteklemesinin nedeni de buydu.

Haziran Ayaklanmasının toplumsal etkileri emperyalistleri bu nedenle korkutmuştur. Erdoğan’a yönelik tedirginlikleri de bundandır. Erdoğan artık Türkiye’ye belirsizlikler yükleyen bir faktördür.

* * *

Ancak Haziran’ın gerçek mahiyetini ve gücünü anlayan yalnızca ABD ve AB değildir. Dinci blok da bunun farkındadır. Blok hem gereken önlemlerin alınması gerektiğini kavramakta hem de bu önlemlerin bileşimi bakımından görüş ayrılıkları yaşamaktadır. Gül, Arınç ile Erdoğan arasında Ayaklanma’nın ilk günlerinde ortaya çıkan söylem farklılıkları, aslında Cemaat ile AKP arasındaki gerilim olarak değerlendirilmelidir.

Erdoğan’ın kendisi de Haziran’a karşı alınacak önlemlerin yalnızca polisiye nitelikte olamayacağını sonuçta kabullenmiştir.

Erdoğan, aynı zamanda, ABD ve AB’nin hem Haziran’a hem de Haziran’daki Erdoğan’a nasıl baktıklarını bilmekte, yabancı basında kendisini diktatör olarak resmeden karikatürleri görmektedir.

* * *

İşte bütün bu nedenlerle AKP, imajını “demokrasi” düzleminde yeniden çizmek gereği hissetmektedir.

Üstelik yaklaşan seçimler silsilesi açısından da bu tazelenme gerekli görülmektedir. AKP seçime yaklaşırken yumuşama, seçim sonrasında şahinleşme şeklindeki metamorfoz konusunda, Kürt sorunundan zaten talimlidir.

Bir de, Birinci Cumhuriyet’in tasfiyesinde kullanılan siyasi davaların artık hiçbir inandırıcılığının ve hatta işlevinin kalmamış olduğu da bu dizgeye eklenmelidir. Davalar işini görmüş, Birinci Cumhuriyet bitirilmiş, güçleri dağıtılmış, bu güçlerin laiklik konusundaki ilkesellikleri çok önemli derecede yok edilmiştir. Daha da önemlisi, laikliğin artık Birinci Cumhuriyet paradigması içinde yeniden inşa edilebileceği ideolojik zemin, demokrasi kavramının postmodern deformasyonuyla, kullanılamaz hale getirilmiştir.

Laiklik ve seküler yaşam tarzı savunusunun, sosyalist bir paradigmatik çerçeveyi gerekli kıldığı gerçeği ise, Birinci Cumhuriyet’in güçleri tarafından henüz algılanabilir durumda değildir.

* * *

Yani, hapistekilere verilen tahliye kararları, “AKP’nin ne kadar demokratik olduğunu, 2010 referandumuyla yargıda sağlanan değişikliklerin nasıl muhalif kesimlerin de işine yaradığını, Türkiye’nin işte böyle normalleştiğini” göstermiş olmaktadır.