Asker, ABD, Ergenekon ve Diyarbakır İLKER BELEK

İlker Başbuğ görevinin ilk günlerinde üç önemli müdahale-açıklama yaptı.

İlk konuşmasında ABD'yi tam tamına bir dost-müttefik olarak tanımladı. Söylediklerinin diğer kısımlarını bir kenara bırakmak ve ordunun yönelimleri açısından yalnızca buna bakmak yeterli olur. Bunun nedeni Amerika ile dostluğun laisizm ve bağımsızlık ile bağdaşamayacağı gerçeğidir. ABD AKP'nin kapatılmasına karşı çıkacak, Türkiye'deki "ılımlı İslam" modelinden memnuniyetini açıklayacak, ordumuz ABD ile dostluğundan kıvanacak ve sonra da cemaatlerin laiklik açısından tehdit oluşturduğuna dikkat çekilecek... Olmaz. Bilimsel değil, inandırıcı değil, sosyal yaşamın İslamileştirilmesiyle mücadelede işe yarar değil.

Ordunun, ABD ile biçtiği ilişki biçimine bakılırsa, ordunun laik devletin güvencesi olamayacağını kabul etmek gerekir.

Rütbeli bir subayın, ordu adına, Ergenekon kapsamında tutuklanmış generalleri ziyaret etmesi iki nedene bağlıdır.

İlk olarak, kontrgerilla olgusunda ordunun işlevinin ortaya dökülmesinin önüne geçilmeye çalışıldığını söyleyebiliriz. Ülkemizde ordu halen anketlerin en güvenilir kurumudur. ABD'nin bölgesel planlarında Türkiye'ye biçilen rolün sorunsuz yerine getirilebilmesi için temiz imajın sürdürülmesinde sayısız yarar vardır.

İkinci olarak, bağımsızlık, millicilik, Amerikan karşıtlığı gibi değerlerle belli bir derecede yan yana düşmüş bulunan tutuklu komutanların tamamen gözden çıkarılmadığı mesajı verilmeye çalışılmaktadır. Buradaki amaç da Amerikancı ve işbirlikçi olduğu açıkça ortada bulunan AKP karşısında ordunun sessiz tutumuyla ilgili olarak hem ordunun içinden hem de dışından yükselen eleştirilerin karşılanmasıdır. Bunlara belki bir üçüncü gerekçe daha eklenebilir: O da kadirşinaslık adına eski komutanların ağır cezalar almasının engellenmesi çabasıdır.

Bu resmi ziyaretten hareketle, önümüzdeki dönemde ordunun, yeni başkanıyla, eski millici günlerine geri dönüş yapacağını bekleyenler olabilir. Bunun tam bir yanılgı olduğunu söylemeliyiz. Nitekim bu beklentinin önü Başbuğ'un yukarıda konu ettiğimiz konuşmasıyla birinci günden kesilmiştir.

Başbuğ'un ilk ziyaretini Diyarbakır'a gerçekleştirmesi ve bu özel ilde de çok sayıda STÖ (Sanayi Ticaret Örgütü) ile aynı masada görüş alış verişinde bulunması, bu kısa süreye sığdırılan üçüncü müdahaledir. Belli ki, Kürt halkına, PKK ile Kürtler'in ayırt edildiği mesajı bir kez daha ve sosyal pazarlama yönü öne çıkarılmış biçimde verilmektedir. Bu "demokratik" açılımlardan Kürt Sanayi ve Ticaret Örgütlerinin etkileneceği gayet açıktır. Ancak, bu yaklaşımın Kürt sorununun çözümüne katkı koyup koyamayacağı da ortadadır.

Bir kere, Türkiye'de burjuvazi ve devlet bu sorunun çözülmesini istememektedir. Evet, Kürt sorunu önemli bir siyasal istikrarsızlık ve askeri harcamalar nedeniyle mali kayıp nedenidir. Ancak, aynı zamanda Türkiye işçi sınıfının bilincini çelen, işçi sınıfımızın hem Türk hem de Kürt bölmelerini kendi içlerinde milliyetçileştiren bir işlev de görmektedir. Bu avantajın, en azından uzun bir süre daha yitirilmek istenmeyeceği açıktır.

İkinci olarak, işler "hepimiz kardeşiz, Türklük yalnızca bir üst kimlik, bakın artık kimse sizin Kürtçe kaset dinlemenize karışmıyor" demekle bitmiyor. Her halkın genetiğinde kendine özel nitelikleri doğal olarak kullanmak, geliştirmek, o özelliklerle var olmak, kendini o özelliklerle ifade etmek gibi bir şifre var. Cumhuriyetin başından beri bu gerçek reddedildi. Bu şifrenin olmazsa olmaz halkası, halkın kendi ana dilini her yerde, her alanda tamamen serbest olarak kullanabilmesidir. Ortak kimlik, bir başka ulusun kimliğiyle tanımlanamaz. Ancak uluslar ne ise o olarak tanındıklarında ortaklığın zemini yakalanmış olur. Türkiye'de bu noktada hiçbir ilerleme kaydedilemediği görülüyor.

Son olarak, Kürt sorunu önemli derecede Doğu'nun geri kalmışlığıyla ilişkilidir. Bu da bir politik ekonomi sorunudur. Ziyaretler, karşılıklı dinlemeler, yerel güç odaklarıyla arayı sıcaklaştırabilir, ama halkın karnını doyurmaz. Türkiye kapitalizminin ise Doğu sorununu çözecek mecali yoktur. Sermaye sınıfının derdi paracıklarını artırmak, bunun için de sömürüyü daha da derinleştirmektir. Bölgesel asgari ücretin planlandığı bir ortamda, kim Kürt emekçilerine ortak kimliği anlatabilir. O nedenle Diyarbakır ziyaretlerinin başarısı için asgari koşul, ziyaretçilerin Kürtler'e eşitlik ve insanca yaşam için hazırladıkları planları götürebilmeleridir. Aksi taktirde, bu ziyaret, yalnızca, önümüzdeki yerel seçimlerde AKP'nin bölgesel zaferini kolaylaştırmasına yarar.