AKP Bu Şekilde Devam Edemez

Aldığı yol, halk sınıfları üzerinde kurduğu ideolojik hakimiyet, devlet mekanizmalarındaki tahakküm derecesi bakımından durum ortada.

Çok partili dönemde şimdiye dek hiçbir partinin gösteremediği bir başarıya imza attı. En son Demokrat Parti üst üste üç seçim başarısı sergilemiş, ancak sonuncusunun sonun başlangıcı olduğu o anda ortaya çıkmıştı.

Oysa son seçim yoklamaları AKP’nin yeniden %40 civarında bir oranla seçileceğini gösteriyor. Eğer böyle olursa, bunun, herkesçe önemli bir başarı olarak kodlanacağı açık.

Ancak yine de ortada bir terslik var gibi görünüyor:

Bunca desteğe, (bizim faşizm olarak kodladığımız) baskıya, kural tanımazlığa ve medya üzerindeki hakimiyete rağmen halk sınıflarının yarısını hiç ikna edemediler.

Üstelik, uyguladıkları strateji öyle bir sonuç verdi ki, kendi kontrollerindeki bölme ile diğeri arasındaki geçişkenlik sıfırlandı. Bunun anlamı, hakim olamadıkları bölme üzerinde, hakim olma olanaklarının bundan sonra da bulunmadığıdır.

O bölmede Kürtler, Aleviler, laik değerleri benimsemiş katmanlar, çarpıtılmış biçimde de olsa bağımsızlıkçı duyarlılıklarını koruyan Cumhuriyetçiler, her yerde verimli biçimde boy atan çevreciler ve halen sınıf kimliğiyle tepki verebilen emekçi sınıflar bulunuyor.

Öte yandan, AKP, toplumu ideolojik olarak ele geçirme ve zor unsuruyla baskılama stratejisi açısından yolun sonuna gelmiş, daha doğrusu elindeki barutu tüketmiş bir görüntü sergiliyor.

Din ve Osmanlıcılık üzerinden ideolojik hakimiyet kurmak bakımından herhalde bundan daha fazlası olanaklı olamayacaktır.
Söylenen söylenmiş ve en geniş tabana oturulmuştur.

Zor unsuru ise, Ergenekon’un son dalgalarında gözlendiği gibi, ters tepmeye başlamış, “demokratikleşme” söyleminin neredeyse tümüyle bir yalandan ibaret olduğu anlaşılmıştır.

Güç, AKP’nin kendine güvenini artırıyor, hırslandırıyor. Ancak bu gelişme aynı zamanda kontrolsüz bir davranış modelinin de ortaya çıkmasına neden oluyor. Kontrolsüzlük, kontrol dışındaki taban tarafından baskı ve şiddet olarak algılanıyor.

Kısaca: AKP’nin hakimiyeti bıçak sırtında yürüyor.

Şimdi yeniden toplumsal reflekslere bir göz atalım: Aslında bu süreç TEKEL işçileriyle başladı gibi. Sonra Ergenekon tutuklamalarına karşı ve özel olarak Şener ve Şık için yapılan gösteriler, 1 Mayıs’ın ve Taksim’in sol ve işçi sınıfı tarafından kitlesel olarak kazanılması, liselilerin sınav yolsuzluklarına tepkileri, üniversitelilerin piyasalaşma ve gericileşmeye karşı mücadelesi, hekimlerin sağlıktaki piyasalaşmaya karşı ördükleri cephe ve en son olarak Anadolu’nun Ankara’ya yürüyüşü.

Belli ki, halk sınıflarının değişik tabakalarında, AKP’nin gerici, işbirlikçi, piyasacı politikalarının oluşturduğu tahribata karşı ciddi bir rahatsızlık gelişiyor.

AKP’nin elinde tuttuğu hukuksal, siyasal ve toplumsal güç ile ortaya çıkan tepkilerden anlaşılan muhalif rahatsızlığın bir pat durumuna gelmekte olduğu söylenebilir.

Olağan seyir içinde AKP tavanı bulmuştur, bundan sonrası “meçhuldür”.

Yukarıda “olağan seyir” dedik. Olağan seyir içinde, AKP’ye tepkinin seçim sonrasında daha da yükselmesi ve organize olması beklenmelidir.

AKP ve arkasındaki güçler bunun bilincindedir. Bu nedenle, seçimlerden Anayasa’yı tek başına değiştirecek güçle çıkılması kendileri açısından yaşamsaldır. Ancak bugünkü resimde bunun zor bir ihtimal olduğu kabul edilmelidir.

AKP’nin şiddet unsurunu öne çıkarmadan, siyasal ve ideolojik olarak Kürt hareketini, Alevileri, cumhuriyetçileri, işçi sınıfını elde etme yeteneği bundan fazla değildir.

Önümüzde Anaya değişikliğine ilişkin bir dizi referandum var gibi görünüyor. Her referandum, rejim üzerine gerçekleşecek her tartışma genel anlamda solun işine yarayacaktır. Görmek ve net olmak gerekir.