Parası Neyse Veririz!

İlhan Cihaner'in “Parası neyse veririz!” başlıklı yazısı 27 Ocak 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

AKP’nin devletleşme sürecinde attığı “safralardan” en önemlilerinden birisi AB üyeliği ideali/süreci oldu. AKP’nin bu süreci yürütmek için seçtiği “şaka(cı)” bakana ve bu bakanın pratiğine bakmak yeterli.

İktidara gelirken liberal k esimin desteğini almak için “bindiği en önemli trenlerden” birisiydi AB yandaşlığı. Hatta bir müddet öncesine kadar, solun önemli bir kısmı da AB üyeliğini değişik gerekçelerle destekliyordu. Ancak AB nin yaşadığı krizler ve AKP nin “karşı taraf masayı devirsede bu iş bitse” şeklinde özetlenebilecek politikaları (idam tartışmalarını, kontra ilerleme raporunu, bakanların verdiği ayarları hatırlayın), hem toplumsal desteği azalttı hem de üyelik sürecine eleştirel bakanları cesaretlendirdi. AB karşıtı ve yanlısı cephelerde önemli değişikliklere neden oldu.

Burada AB’nin demokratik olup olmadığı, emperyalizmle ilişkisi, geleceği, Ortadoğu politikaları, Emeğin Avrupası/Sermayenin Avrupası ya da AB’nin geleceğinin olup olmadığı gibi tartışmalara girmek değil niyetim.

Değinmek istediğim bu toz duman içerisinde çok tartışılmayan bir yasal düzenleme. AB üyelik sürecinin -ekonomi
politikalarından sonra- en somut yansımalarının görüldüğü alan “yargı” oldu. Eleştirel yaklaşımım saklı kalmak kaydıyla, AB sürecinin “marjinal faydasının” en fazla olacağı alandı yargı. Esasen Avrupa Konseyi’nin organı olan AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi), AB üyelik süreçlerinde oldukça belirleyici olmakta.
Ancak yurttaşlarımız kısa sürede çok daha fazla anlam yüklemeye başladı AİHM’ne. Kendi iç dinamiklerimizle “özgürlükçü ve adil bir yargı pratiği” oluşturamadığımız için “Ankara’da yargıçlar var” diyemeden, “Strasboug’da yargıçlar var/AİHM var” demeye başladık.

Bu sonuçtan kimin, hangi gücün ne kadar sorumlu olduğu tartışması uzun olduğu kadar faydasız. Ancak sonuçta AİHM’ni tıkayacak boyutta bir dava birikimi oluştu.

Samimiyetsiz AB, iş yükünden bunalmış AİHM ve “kırıntısı kalmış yargı denetimine ve bağımsızlığına” dahi tahammülü kalmamış AKP bir araya gelerek, yargı sistemimizi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “şemsiyesinden” kurtarmaya karar verdiler.

Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu getirilmesi ve 6384 sayılı “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun” bu anlamda Avrupa Konseyi ve AB hukukundan “radikal kopuş” anlamındadır.

Bu yasa ile AKP, “ihlal ederim, parası neyse veririm” demektedir. (Aynı yaklaşımı Roboski katliamında da görmüştük ne demişti Başbakan? “Allah aşkına tazminatsa tazminat”).

Üstelik bunu her zamanki üçkağıtçılıkla “insan hakları için” yaptığını iddia ederek hayata geçiriyor. Hrant Dink, Pınar Selek kararı, Balyoz, KCK, Ergenekon, Hopa, Odatv davaları gibi “bilinen” davalardaki açık hak ihlallerine, Anayasal özgürlüklere yapılan saldırılara ve inanç özgürlüğünden kamu idaresindeki hukuksuzluklara AKP nin verdiği destek bu yaklaşımın ispatıdır. Nitekim tüm dünyanın kınadığı ÇHD soruşturmasındaki usulsüzlükleri bile, bakanlar olumlamıştır.

AB ise kadim “Bon pour l’Orient” (Doğu için iyi) yaklaşımı ile “Türkiye için iyi” bir hukuka razı olarak ne kadar “samimi” olduğunu adeta gözümüze sokmuştur.

Bu yasa ile kurulan komisyon “şimdilik” uzun yargılama iddialarını inceleyecek. Tabii ileride yaşam hakkı, işkence yasağı ve adil yargılama ihlallerini de dahil etmek için Bakanlar Kurulu’na verilmiş bir açık çek de var. Kanunun 5. maddesi Bakanlar Kurulu kararıyla “kapsamının genişletilmesi” ne izin veriyor.

Asıl garabet uyuşmazlığı çözecek komisyonun oluşumunda. Komisyon, Bakanlığın merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında çalışan hâkim ve savcılar arasından Adalet Bakanı tarafından atanacak dört kişi ile Maliye Bakanı tarafından Maliye Bakanlığı personeli arasından atanacak bir kişiden oluşacak. Komisyon Başkanı bu üyeler arasından Adalet Bakanı tarafından seçilecek.(Kimlerin seçileceğini Ombudsmanlardan bilirsiniz!)

Garabet şurada ki: İhlal iddiaları iki odaktan kaynaklanır hükümet uygulamaları (kamulaştırma bedellerininin geç/yetersiz ödenmesi gibi) ve yargılamalar. Kalıcı çözüm üretmek yerine, hak ihlallerinin kaynağı olan idarenin temsicisi ile bu iddiaları adil/hızlı çözüme kavuşturmayan Adalet
Bakanlığının/yargının temsilcisinden çözüm beklemek tam da “parası neyse veririz” bitirimliğidir.