Paralel kim hâlâ anlamadınız mı?

Hiç bu kadar zorlandığım bir yazma girişimi olmamıştı. İnsanın anlama, öğrenme, değerlendirme, onaylama ya da reddetme için, ihtiyaç duyduğu referansların kaybolduğu günlerdeyiz. Muhayyel bir okura yazarken ya da birisiyle diyalog kurarken, bazı kavram ve duygulara az çok aynı anlamı verdiğinizi varsayarız. O kavram ve duyguların da, toplumda ortalama bir algılanışı vardır. Yavaş da olsa bu “referans kavram” ve duygular değişebilir de. Adalet, ahlak, tutarlılık, hukuk, hakkaniyet böyle kavramlardır. Bugünlerde böyle bir doğal değişimden çok, yürütülen “savaşın” araçları haline getirilerek içlerinin boşaltılmasını izliyoruz.

Bazı yazarların, gazetecilerin, hukukçuların, politikacıların çok değil, birkaç ay önceki yazılarıyla/görüşleriyle, bugünkü yazılarını/görüşlerini arka arkaya hiç yorumsuz vererek, aylarca köşemi doldurabilirim.

Ben bu tartışmalarda kullanılan bir kavrama değineceğim: Paralel devlet!

Son zamanlarda başta Başbakan ve iktidarın hükümet kanadının, Erdoğancı kesiminin konuşmasına izin verilenleri (durun daha ne fraksiyonlar göreceğiz!) bu lafı eleştirel anlamda kullanıyorlar “devlette paralel güç olmaz!”, “paralel devlete izin vermeyiz!” vs. Kastedilen kuşkusuz matematik anlamda paralel değil! Ya da iki eşitin kesişmezliği/çatışmasızlığı değil. Daha güçlü/belirleyici olanın izin verdiği ölçüde, faaliyet gösteren “tali” bir güç kastediliyor.

Bu bağlamda “paralel” nitelemesine Başdanışman Yalçın Akdoğan’ın bir yazısında rastlamış ve bu köşede daha önce de değinmiştim. Aydınlatıcı olduğu için bir kez daha: “Başbakan Erdoğan’ı gönülden seven cemaat mensupları ile Hocaefendi’ye sevgi besleyen AK Partililer arasında bir çatışma ve çekişme olamaz, bunlar birbirinden ayrılamaz, çünkü bunlar aynı insanlardır... AK Parti ile Gülen cemaati arasında hiçbir zaman bir çatışma ve çekişme yaşanmamıştır, bundan sonra da yaşanmayacaktır. Bu sadece gönül birlikteliği değil, büyük Türkiye idealinde temerküz eden bir amaç ve hedef birlikteliğidir. İki farklı kulvarda hareket eden bu yapılar arasında güç ve iktidar çekişmesi yaşanmasını murad edenler yine hayal kırıklığına uğrayacaktır... Kapalı devre çalışan bir ekibin Başsavcının, valinin ve hükümetin bilgisi dışında işler yaptığı algısı üretilerek güvensizlik pompalanmaktadır.”

Yazının tarihi 15 Şubat 2012, MİT krizinin hemen sonrası. Bir başdanışmanı bu kadar isabetli tahlillerde bulunan başbakanın sırtı yere mi gelir! Hele bir de “telekinetist” bir danışman varsa al sana dünya lideri!

Şimdi tekrar edelim başta MİT krizi olmak üzere değişik zamanlarda değişik gerekçelerle AKP ve şimdilerde paralel devlet dedikleri cemaat arasında kavgalar yaşandı. Ancak paralel kulvarlarda hareket eden bu yapılar uzlaşmayı sağlayıp dengeyi kurarak bu zamana geldiler. Şimdi “dehşet dengesi” bozulunca paralel yapılar güçlerini savaş meydanına sürdü.

Ama o da ne? Bizim paralel sandığımız aslında AKP imiş! Emniyet teşkilatı, HSYK, Yüksek Yargı, kritik görevlerdeki savcılar, MASAK, TRT... Hepsi cemaatin elindeymiş! Ben demiyorum Başbakan ve adamları diyor.

Eee anladınız mı “paralel” kimmiş ?

Şimdi Başbakan yeniden sandık diyor, ama 30 Mart’taki sandığı işaret ediyor. Yolsuzluk iddialarını, revizyon gibi gösterdiği hükümet değişikliğini, hukuk katliamlarını istifa sebebi saymıyor tamam. Ama şu beceriksizliği bile o koltukta bir dakika kalmamasını gerektirir. Hadi öncesi bir tarafa “İki farklı kulvarda hareket eden bu yapıları” ve “Kapalı devre çalışan bir ekibin Başsavcının, valinin ve hükümetin bilgisi dışında işler yaptığını” çok önceden öğrenmişsin.

Sandık sana mutlak itaat eden bir meclis çoğunluğu verdi, sorgulanamaz bir harcama yetkisi, nerede ise herkesin nefes alışını izleyen bir istihbarat gücü, uçsuz bucaksız örtülü ödenek, hırsızlarını “tekbirle” karşılayan seçmen, dayak yiyen/çanta taşıyan/sırtını yazı masası yapan bakanlar verdi. Düne kadar tepeden tırnağa emrine amade bir yargı, uysal bir sermaye sınıfı, robot bürokratlar verdi. Yolsuzluklarını kefen giyerek destekleyen gençlik verdi. Daha ne versin sandık sana? Elverişli bir uluslararası konjonktür de bonus oldu!

Ha varsayalım şu ABD/İsrail komplosu doğru. Eee niye engel olmadın hadi engel olamadın niye açığa çıkaramıyorsun? Bu kaçıncı komplo hikayesi? İstihbaratını milletvekillerini ve öğrencileri takiple meşgul etmeseydin! Hem madem komplodan ABD sorumlu, ne işimiz var NATO’da?
Ama beceremedin işte, hazin durumunun farkına var paralel sensin!