ODTÜ ve korku

İlhan Cihaner'in “ODTÜ ve Korku” başlıklı yazısı 23 Aralık 2012 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

ODTÜ’de direnenlere

ODTÜ direnişi/protestosu ve sonrasında yaşananlar üniversitenin dirilişinin sinyali olduğu kadar, korkunın “egemenlere/yönetenlere” sirayet ettiğinin göstergesi.

Kasımpaşalı “cesur” Başbakanın ODTÜ ye giderken yanında götürdüklerine bakın: 3600 polis 105 koruma aracı, 20 zırhlı araç ve 8 TOMA! Bir bu kadar “gizli” güvenlik görevlisi ve kadroluları da hesaba katarsak küçük çapta bir ordu demek. Görünmeyen sair “güvenlik” önlemleri cabası! Uluslararası Af Örgütü’ne göre öğrencilere müdahale edilirken de yaklaşık 2000 gaz bombası ve 70 ses bombası kullanılmış. Bir de çağrısı var: “Uluslararası Af Örgütü, Türkiye yetkililerini, Türkiye’nin de taraf olduğu Uluslararası Siyasi ve Medeni Haklar Sözleşmesi’nin ifade ve toplanma özgürlüğü haklarını koruyan 19. ve 21. maddelerinde belirtilen yükümlülükleri yerine getirecek şekilde, polisin barışçıl göstericilere yönelik aşırı güç kullanmayacak olmasını garanti altına almaya çağırıyor.”

Sadece Başbakan değil, iktidar gücünü kullananların koruma önlemleri gün geçtikçe artmakta.

Bakmayın Başbakan’ın ve medyasının anayasal bir hak olan toplantı ve gösterileri “kriminalize” etme çabalarına, “derin devlet bitmedi” diyerek hala topluma korku pompalamalarına. Derini de, sığı da sizsiniz devletin. “Pornografik” bir merakla izlemediğiniz dinlemediğiniz mekan, kişi yok!

Hala derin devlet sızlanmaları, korkutmaları.

Aslında korku, egemenlerin yönetmek için, itaati sağlamak için başvurdukları en önemli hegemonya aracı. Korku politikalarıyla, yurttaş özne olmaktan çıkarılıp etki edemeyeceğini düşündüğü güçlerin nesnesi haline getirilir. Baskı ve şiddet politikaları hep korku üzerinden meşrulaştırılır. Coğrafyamızda da egemenlerce, özellikle soğuk savaş döneminden bu yana, “temel çelişkileri” maskelemek için çokça kullanıldı bu yöntem. Ergin Yıldızoğlu’ nun vurguladığı gibi “Halklarına daha iyi bir gelecek sunamayan yönetici sınıfların, konumlarını korumak için giderek daha çok ‘korkutma’ ve ‘koruma’ ve ‘disiplin’ denklemine başvurarak toplumsal muhalefeti etkisizleştirmeye, bireylerin ‘özneye’ dönüşmesini önlemeye çalıştıklarını söyleyebiliriz. Bu koşullarda kültür endüstrisinin de her gün ‘insanlığı yok edecek’ yeni bir tehlike keşfederek, yaratılan korkudan para kazanması da eşyanın (sermayenin) doğasına uygun bir gelişme.”

AKP de, çokça seslendirildiği üzere korkuyu sistematik olarak tırmandırdı bu güne kadar. Ancak ODTÜ örneğinde olduğu gibi “korkan” ve “korkulan” yer değiştirmeye başladı. Artan toplumsal muhalefet, 29 Ekim’de Ulus meydanını dolduran yüzbinler artık korku eşiğinin aşılmaya başladığının göstergesi. Korkuya karşı en “donanımsız” yurttaşların gaz bombalarının, soğuk suyun gözaltına alınma riskinin üzerine üzerine gitmesi artık egemenleri korkutuyor.

Ve bu korku “sahici bir korku”. Sahici olduğu kadar tehlikeli. Yurttaşlar korkuya içe kapanarak tepki verirken egemenler saldırganlıklarını tırmandırır, kontrolünü yitirir. Artık bırakın muhalif olanların “terörist” sayılmasını, Başbakanı sevmemenin bile “terörist faaliyet” sayıldığı bir paranoya! Neymiş ODTÜ deki eylem “organize işmiş!” eee organize olmakta mı suç artık?Toplantı ve gösteri yürüyüşü, protesto eylemi organize olmadan yapılabilirmiş gibi!

Ama bilinen bir gerçektir: “korkunun ecele faydası yoktur!”

Korku zincirinden kurtulmuş bir halkın önünde hiçbir despot duramaz, duramamıştır.