Korku imparatorluğundan korkan imparatora...

Gezi/Haziran Direnişi’nden önce ne kadar çok kullanılırdı “korku imparatorluğu” benzetmesi.

Nasıl kullanılamazdı ki, herkesin telefonlarının dinlenmesinden çekindiği, iktidarın hoşuna gitmeyen küçük esnafın bile vergi memurları ile yıldırıldığı, medya imparatorlarının milyar dolarlık cezalarla hizaya çekildiği, hakimlerin ve savcıların tayinle, sürgünle, soruşturmayla sindirildiği, “kurgu davalarla” toplumun her kesiminin terörize edildiği, politikacıların izlenip fişlendiği, özel hayat görüntüleriyle siyasetin dizayn edildiği bir topluma uygun bir adlandırma korku imparatorluğu. Hele bir de yakın geçmişinde beyaz Toroslar, aydın cinayetleri, yaygın şiddet hareketleri olan bir toplum söz konusu ise.

Haziran Direnişi ile pek kullanılmaz oldu “korku imparatorluğu”. Aslında değişen bir şey olmamasına, hatta aynı yöntemlerin -belki de- daha vahşice uygulanmaya devam etmesine rağmen artık kullanılmıyor.

Kuşkusuz baskının en yoğun olduğu dönemde bile korkmadan, yılmadan direnenler vardı. Suyuna, toprağına, emeğine, hukukuna sahip çıkıp barınma, eğitim, sağlık hakkı için mücadele edenler vardı. Ama Haziran Direnişi toplumun geneli üzerindeki korku örtüsünü yırttı attı. O kadar ki, “Kaskını çıkar, copunun bırak, delikanlı kim bakalım” benzeri sloganlarla, korku mekanizmasının çekirdeğindeki yapıya meydan okumaya dönüştü bu silkiniş. Haziran Direnişi›nin en önemli ve kalıcı kazanımlarından biri budur bence.

Korku imparatorluğu kullanılmıyor belki ama bu, artık kimsenin korkmadığı anlamına gelmiyor. Haziran Direnişi›nden bu yana yaşadıklarımız, korkutanlarla korkanları yer değiştirdi. Korkmaları da doğal. Birbirlerini iyi tanıyorlar. Aralarındaki kirli savaşta hiçbir hukuki, vicdani, ahlaki sınır olmadığını en iyi onlar biliyor. Bugüne kadar birlikte uyguladılar çünkü.

Sadece bu değil, hesap sorulmasından da korkuyorlar. Hangi haltları karıştırdıklarını iyi bildikleri için, bu hesabın maliyetini de iyi biliyorlar.

Artık marazi bir hal aldığı anlaşılıyor korkularının. Boş ayakkabı kutusundan tutun, basit bir basın açıklamasına kadar her şeyden ölesiye korkuyorlar. En çok mallarını kaybetmekten korkuyorlar, alt yazılardan korkuyorlar. Haberlerden korkuyorlar, Sayıştay raporlarından korkuyorlar. Empati kurmaktan, başsağlığı dilemekten bile korkuyorlar. Kalabalıklardan korkuyorlar. Korku insani bir duygu, anlaşılabilir bir duygu ama insana ait olan diğer duyguların yerini aldığında bir o kadar da tehlikeli.

En çok korkan da kirli savaşın kumandanları. İşte RTE, Önceki gün, Berkin Elvan’ın annesini kalabalıklara yuhalatarak insanlıkla olan her türlü bağdan kendisini kurtardı. Artık tepeden tırnağa korkuya kesmiş durumda. Berkin’in mezarındaki bilyelerden bile korkuyor. Kendi oluşturduğu yargıdan korkuyor. İçerikleri dolaylı olarak onaylandığı için burada değinmemizde sakınca olmayan konuşmalarındaki kısık sese, artık orta büyüklükte bir ülkenin ordusunun sayısına ulaşan koruma ordusuna, bakanlarına ve terkisine aldığı medyasına, Gezi sırasında verdiği emirlere bakın. Kendisine darbe yaptığını iddia ettiği Cemaat’in savcısına tavassutta bulunmak için iş adamlarını devreye sokmaya çalışıyor.

Hele bir de sabık (sözcük doğru yazılmıştır, aklınıza gelen «egemen» olanı!) bakanı var ki, keşke kültürümüzde olsaydı da ilk gördüğüm yerde suratına eldiven çarpsaydım. Çarpacak bir surat kaldıysa... Biz 31 Mayıs gecesi polis şiddetini engellemek için telefonla ulaşmaya çalışırken, parkta derme çatma konteyneri olan arkadaşını arayıp tedbir almasını istiyormuş. Haziran Direnişi’nde verdiğimiz canları önemsemeyen bu organizma, sahibinin bile gözden çıkardığı kulübeler için kaygılanıyormuş.

Ve çıkıp kırk türlü komplo uydurdular. Umarım bunlara oy veren yurttaşlarımız şimdi görmüştür asıl kışkırtıcıları, şiddeti tırmandıranları.
Korku insanidir dedik ama bu korku marazi noktaya ulaşmışsa etrafındaki herkes için tehlikelidir.