Her şeyi devletten beklemeyin!

İspiyonlamak, gammazlamak, ihbar etmek...

Hangi siyasi görüş, hangi din, hangi gelenek olursa olsun ihanetin en alçakçası olan, “muhbirliği, ispiyonculuğu, gammazlamayı” meşru/ahlaki görmez. Hele üzerinden zaman geçip, her biri “tarihsel” kategoriler olan suç ve milli menfaat gibi “ispiyon gerekçelerinin” tozu dumanı dağıldıktan sonra, ispiyoncular hep olumsuz olarak hatırlanır. Yaptıkları en hafif tanımıyla “onursuzluk” olarak kabul edilir.

Bu nedenle efsanelerde, romanlarda, hikayelerde ihbar etmeyenler, sahip çıkanlar, teslim etmeyenler, isim vermeyenler -hangi görüşten olursa olsun- kahramanlaşırlar.

Şimdi çıkmış halka çağrı yapıyor: “... Tencere tava kullanmak, mutfakta değil ha, komşuyu rahatsız etmek suçtur. Ben değil yasalar söylüyor. Bu tencere tavacıları çekinmeden sizler yargıya taşıyacaksınız. Bu milletin huzurunu bozmaya kimsenin hakkı yok. Her şeyi devletten beklemeyeceksiniz. Müracaatınızı yapacaksınız yargıya bildireceksiniz, herkes haddini bilsin. Kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yok...”

Yani diyor ki komşunuzu ispiyonlayın!

Bunun bir “adalet/adalete yardım” çağrısı olmadığı açık. Öyle bir kaygısı olsaydı yaşamını yitiren, kör edilen, sakat bırakılan yurttaşlarımız için de aynı çağrıyı yapardı.

Hatta “her şeyi devletten beklemeyin” diyerek müdahale etmelerini de ima ediyor. Hem de “hukuki” olduğunu söyleyerek. Zaten palalı saldırganın eylemini de “...esnafın hukuk çerçevesinde yapmış olduğu bir eylem...” olarak nitelendirmişti adamlarından birisi.
Yargıya ait bir alanda “her şeyi devletten beklemeyin” demek, yargı ve güvenlik mekanizmasının gerekliliğinin ve işlevinin ortadan kalktığının bir göstergesidir. Nasıl ki “yüzde elliyi zor tutuyorum” sözü eli sopalı çeteler için, polis destekli insan avı çağrısıydıysa, “her şeyi devletten beklemeyin, bunlara karşı hep birlikte tedbirimizi alacağız” sözü evlerinde eylemlere destek olan yurttaşlara karşı “düşük yoğunluklu bir iç savaş” çağrısıdır. Umarım yakında “gürültü kirliliği yapıyor diye komşusunu öldürdü” haberlerini duymayız.

Bir de “bu milletin huzurunu bozmaya kimsenin hakkı yok” tespiti var. Zannedersin ölümler, yaralanmalar, Taksim’i yağma girişimi, polis şiddeti, evlerin içine kadar atılan gaz bombaları yaşanmamış. 11 numaradaki Ayşe teyze bir gün, 12 numaradaki Fatma teyzenin huzurunu kaçırmaya karar vermiş. O nedenle başlamış tencere tavalara vurmaya! Ve Fatma teyze “bu millet” iken, Ayşe teyze olmuş “hiç kimse”!

Biz muhbirlik çağrısına dönelim...

Başbakanın kendisini ait hisettiği dünya görüşünün de en çok eleştirdiği bir davranıştır ispiyon, ihbar. O kadar ki Başbakan ve adamlarının “göstermelik” darbe eleştirilerinde en çok kullandıkları argümanlardan birisidir.

Hele 28 Şubatı anlatırken orduda ve bürokraside yapılan ihbarların nasıl bir zulüm olduğunu uzun uzun anlatırlar. Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu raporunda en çok yer ayrılan konulardandır “ihbarlar”: “...Bu durum, ordu içinde birlik ve beraberlik duygusunu zedelemiş komşuluk ilişkilerini zedeleyerek, “muhbir komşu” korkusunu körüklemiştir.” (özet rapor sayfa 241)
12 Mart’ın, 12 Eylül’ün en kirli sayfalarıdır ihbarlar. Binlerce suçsuz insan “muhbir vatandaşlar” yüzünden işinden, özgürlüğünden yoksun kalmıştır. Şimdi zaten, darbe dönemleriyle mukayese edilemeyecek boyutta bir ihbar, gözetleme, dikizleme, ispiyon mekanizması ve bununla bağlantılı gözaltı süreci yaşanıyor. Ve buna rağmen Başbakan, halkı birbirini ihbar etmeye ve tedbir almaya çağırıyor.

Başbakan ülkemiz için bırakın tehlikeyi, “yakın tehlike” sınırını bile aşmıştır. AKP’ye oy veren yurttaşlarımızın, Başbakanın politikalarının nasıl bir kin ve öfke birikimine yol açtığını görmeleri gerekir.

Çağrım onlaradır Her şeyi Başbakandan beklemeyin, komşunuz tencere tava çalıyor ise biraz tahammül edip, çalın kapısını ve bu eylemi ne için yaptıklarını, dertlerinin ne olduğunu sorun, kaygılarını, korkularını anlamaya çalışın. Fırsatınız olursa da forumlara katılın sorun, dinleyin.