Gözaltı terörü

En son gözaltı haberi Adana’dan geldi: “Polisler, sabah 05.00’da Gezi Direnişi’ne katıldıkları gerekçesiyle birçok eve baskın yaparak, en az 5 kişiyi gözaltına aldı.”

Gezi Baskını, Gezicilere şafak baskını, Gezi operasyonu... Neredeyse her güne böyle uyanıyor ülkemiz.

Gözaltıların sayısının binlerle, tutuklananların ise yüzlerle ifade edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Gözaltı işlemi Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre yapılmaktadır. Bir yönetmeliği bile vardır. Gözaltılara genellikle “arama ve el koyma” işlemleri, sonrasında ise tutuklamalar eşlik ediyor. Gözaltılar, arama ve el koymalar, tutuklamalar, ancak adli mercilerin, yani savcı ve hakimlerin kararları ile yapılabiliyor. Teknik detaylarına girmeye hiç gerek yok.
Bu gözaltıların ve aramaların gerekçesi genellikle görevli memura direnme, mala zarar verme, izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi suçlamalar. Ve hepsinde ana gerekçe “Gezi olayları”.

Düşünün şimdi, onca can kaybının, sakatlanmanın, yaralanmanın, linç girişiminin olduğu bir ülkede “Gezi baskını ya da gözaltısı” haberini duyunca aklınıza ilk ne gelir? “Ölümlerin ve yaralanmaların sorumlularının gözaltına alındığı” değil mi? Ya da gaz bombası ile bir metreden gösterici avlayanların... Ama biz hep çoğunluğu yirmi yaş civarı “gösterici” gözaltılarını duyuyoruz. (Hadi Muktedirlerin komplo teorilerini de dahil edelim hiç gözaltına alınan OTPOR’cu, telekinezici, Alman casusu, faiz lobicisi, Yahudi lobicisi, pizza örgütü mensubu, küresel güç olmamızı istemeyen batılı duydunuz mu?)

Ya da Taksim Dayanışması’ndan yapılan gözaltılarda olduğu gibi “Gezi sürecinde” kritik rol alan yapıların yöneticilerinin gözaltılarını duyuyoruz.

Ama, ellerinde çivili sopalarla gösterici avlayanlar ya da “hepimiz Tayyib’in askerleriyiz” diye polis korumasında devriye gezenler hakkında herhangi bir adli işlem yapıldığını duymadık. Genelllikle kurum içi idari soruşturma. Kamuoyu baskısı ile başlatılan birkaç adli soruşturma ise evlere şenlik. Elinde pala ile “terör estiren” saldırgan, telefonla davet edilip Fas’a yolcu ediliyor. Ali İsmail’in katledilmesi soruşturmasında, çok önemli görüntü kayıtları “ilgilinin mülkiyet hakkı” denilip, “rızası” dahilinde alınsın deniliyor, hemde şüphelilerin mensup olduğu kolluktan isteniyor bu. Şüpheli davetiye ile çağrılıyor. Ne arama kararı var, ne sabah baskını...Abdullah Cömert’in katledilmesinde ise daha ölüme neyin yolaçtığına dair rapor alınamamış durumda.

Peki katillere, paramiliter çetelere bu kadar ince ruhlu davranan yargımız, niye çoğu polis şiddetinin mağduru konumundaki “göstericilere” bu kadar “haşin”? Bu uygulamalarının topluma ne yaptığının, toplumu nasıl terörize ettiğinin farkında değiller mi? Devleti “terör devletine” çevirdiklerini görmüyorlar mı? Kanunda “koruma tedbiri” olarak geçen gözaltı, artık geniş kitleler nezdinde bir terör aracı haline dönüşmüş durumda. Hem de terörle/teröristle mücadele adı altında.

Terör, bilinçli olarak karartılmış sokaklarda odunlarla insanların öldürülesiye dövülmesidir. Terör polisin “allah allah” diyerek kendi yurttaşına saldırmasıdır. Terör, komşunun komşuya güvenemez hale gelmesidir. Terör, “Akrep” içerisinde cinsel tacizdir. Terör cezaevinde çıplak aranmadır. Terör, elinde palalarla insanlara saldıranların korunup kollanmasıdır. Terör, bir sabah evini polisin basıp basmayacağından emin olamamaktır.
Ve tekrar pahasına terör “(...)siyasi amaçlarına ulaşmak amacıyla insanları dehşete düşürmek, dehşet içinde tutmak suretiyle paralize etmek, yani kendi hedeflerini formüle edip bu yolda mücadele vermekten aciz bir felçli haline getirmektir. Ne zaman, ne yüzünden başına neler gelebileceğini bilemeyen insan terörize olmuş insandır. İnsanları bu hale getiren de teröristtir”. (Kadir Cangızbay)

Yargı araçsallaştırılarak yapılan “gözaltı terörünün” amacı budur.

Bakın iktidar artık doğrudan yargıyla tehdit ediyor. “biraz da onlar yargıyla uğraşsın” lafı, HSYK’dan Cumhuriyet savcısına, Yargıtay’dan Danıştay’a kadar, tüm yargı mekanizmasının tepki göstermesi gereken “terörist” bir saldırı iken yargıdan ses seda duyulmadı.

Böyle giderse, yargı mensupları için de “simit sat onurlu yaşa!” çağrılarının yapılması yakındır.