‘Gezi’ntiler: Üslup

Gezi direnişi başladı başlayalı iktidar eleştirisi neredeyse hep “üslup ve dil” üzerine. Özellikle direnişlerin iktidarı yıprattığını düşünen, iktidar destekçilerinin eleştirileri nedense üslup üzerine yoğunlaşıyor

Çatışmacı üslup,

Başbakan’a yakışmayan üslup,

Üslup güveni zedeliyor,

Üslup rejim sorunu haline geldi,

Bir başbakan böyle üslup mu kullanır?

Üslup çok sert,

Tehlikeli üslup, vs.

Tabii sorun üsluba indirgenince, çözümü de üslup üzerinden bulmaya çalışılıyor bazıları. O kadar ki, Başbakan’ın açıkça düşmanlık, kışkırtıcılık içeren konuşmalarını bile, dil ve anlam üzerine ne kadar kural varsa takla attırıp, barışçıl bir dile tercüme etmeye çalışıyorlar.

Olmadı, iktidarın “iyi polisleri” çıkıp televizyonlarda, “aşırı doz müsekkin” almış ses tonlarıyla, “hayatın sırrına ermiş derviş” edalarıyla durumu kurtarmaya çalışıyorlar. Tabii onların -Cumhurbaşkanı dahil- bu çalışılmış tarzlarının ömrü, en fazla Başbakan’ın ayar vermesine kadar sürüyor.

Öyle ki, Başbakan üslubunu düzeltirse direnişin sona ereceğini, hatta halkı sokaklara döken sorunların hallolacağını zannediyorlar.

Hele bir de özür dileseler, daha ne istenir! Artık giden canlar da unutulur, tüm ülke bir sevgi yumağına döner!

İşte anlaşılmayan en önemli konulardan birisi burada bence:

İktidarın söyleminin ve üslubunun, pratiğinin önüne geçmesi.

İktidarın üslubu/söylemi ile pratiği arasındaki uyumsuzluk Başbakan’ın öfke nöbetleri, meydan okumaları sırasında bazen azalıyor ama, öte yanda “adaletsizlik ve özgürlükleri sınırlayan pratik”, tepkiyi hatta kini biriktiriyor.

Şimdi Gezi direnişinin fitilini ateşleyen “çevre hassasiyeti” olduğu için, iktidarın “çevreye” yaklaşımına bakalım.

İktidara bakarsanız “çevrecinin daniskası” kendileri!

Ama çok detaya girmeden, pratiğe bakalım:

Kaz Dağları’ndaki orman katliamı, Karadeniz’in vadilerini derelerini yok eden HES yağması, petrol, jeotermal, maden aramalarında ÇED (çevresel etki değerlendirme) rapor zorunluluğunu kaldırma, nükleer ısrarı, milli parkları kıyıları yapılaşmaya açma girişimleri ve daha birçok uygulama...

Belki hiçbir ülkenin yaşamadığı bir saldırı var çevreye. Ülkenin tohumu, suyu, ormanı, toprağı yağma mantığıyla sermayeye peşkeş çekiliyor. (Bu arada -en azından direnişe kadar- ‘çapul’ sözcüğünün ‘yağma’ anlamında olduğunu hatırlatayım!)

Üstelik çok azını verdiğim örnekler, çevreye yasal olarak yapılan saldırılar. Bir de fiili durumlar var ki, daha vahim!

Gene direnişler sırasında yaratıcı sloganlara konu olan “alkol yasağına” bakalım. Başbakan’a göre alkol yasağı yok “düzenleme!” var. Ama pratiğe baktığımızda yasal sınırlamaları bile aşan bir yasak var. Aksini düşünen Anadolu’da alkol ruhsatlı yer açmak istesin!

Afyon’da il sınırları içerisinde açık alanlarda içki yasağı ve Denizli’de 30-40 yıldır hizmet veren lokallerin ruhsatlarının iptali örnekleri yeter sanırım.

Baskıcı, yağmacı, ve faşizan uygulamaları/pratiği ortada iken, sorunun iktidarın/Başbakan’ın üslubuna indirgemek en büyük hatadır. Defalarca düşülmüş bu tuzağa düşmemek gerek.

Hele çevreye, özgürlüklere, demokrasiye aykırı yasaların altında imzaları olanlar kurtarıcı olarak görülemezler.

Meydanların ve Gezi direnişinin talepleri somutlaşmaya başlamıştır. Artık Başbakan’ın balkon konuşmalarıyla kimseyi meftun edebileceğini de sanmıyorum. Aldıkları canların, kullandıkları gaz bombalarının, kör ettikleri gençlerin hesabını vermeden Başbakan ve adamlarının samimiyetine inanmayın!

Çünkü süslü sözleri tuzak değilse, güzel konuşurum ama bildiğimi yaparım mantığıdır, halkın haklı tepkisini “AKP baharına” çevirmek isteyenlerin aldatmacasıdır.