‘Gezi’ntiler: Polis

Önceki gün İstanbul OHAL valisi lütfederek, Gezi Parkı’nın “halka” açıldığını duyurdu. Ancak bu duyurudan birkaç saat sonra, çoğu Taksim Dayanışması üyesi olan, aralarında Mimarlar Odası’ndan Mücella Yapıcı, İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu, Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Beyza Metinler, TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Süleyman Solmaz, Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Sekreteri Akif Burak Atlar, Mimarlar Odası İstanbul Şube yöneticisi Sabri Orcan, Halkların Demokratik Kongresi yönetim kurulu üyesi Ender İmrek, TKP MK üyesi Erkan Baş, TKP İl Sekreteri Kamil Tekerek, HDK’dan Haluk Ağabeyoğlu, EMEP yöneticisi Ercüment Akdeniz gözaltına alındı. CHP İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı tartaklandı.
Suçları kendilerine söylendiğine göre “parka girmeye çalışmak”!
Ünvanlarını uzun uzun yazdım ki ne kadar “tehlikeli ve marjinal” gruplara mensup oldukları iyice anlaşılsın! Nitekim ben bu yazıyı yazarken gözaltındakilerin durumu hakkında karar vermesi için “özel yetkili terör savcısı” bekleniyordu. Eli çivili sopalı, satırlı saldırganlarda “terör” görmeyen hukukumuz, Mücella Yapıcı’dan terörist çıkardı! Haklılar tabii, ya parka falan girseydi? Düşünün tehlikeyi!
Yukarıda OHAL dediysem, aslında yaşananlar “sıkıyönetim pratiğini” bile aşmakta. Cep telefonu ile fotoğraf çekmek isteyenlerin polis tarafından engellendiği, gazetecilerin plastik mermiyle kör edilip yerlerde sürüklendiği, sokakta görünenlerin gözaltına alınacağının anons edildiği, kimin gözaltına alınacağına, kimin parka girebileceğine valinin karar verdiği bir yönetim söz konusu. Sıkıyönetim pratiğini aşan ise protestoculara/direnişçilere yönelik “sivil şiddetin”, polis ve yargı tarafından korunuyor, hatta beraber hareket ediliyor olması. Bu kadar ağır hak ihlalleri varken, yapılan gözaltıların hukuki niteliği, valinin yetkisinin olup olmadığı gibi “ince konuları” tartışmak anlamsız.
Yargının tutumunu başka bir yazıya bırakıp “polisin Gezi ile imtihanına” bakalım. Aslında kurumsal bir irdeleme değil, yapmak istediğim. Polisin “militarizasyonu” ve Başbakan tarafından “rejimi korumakla” görevlendirilmesi, görece özerk yapılanmasının iyice ortadan kaldırılması, çalışma koşulları gibi başlıklar çok önemli. Polisin modern devlette yurttaşa karşı kullanılan zor/şiddet aygıtlarından olduğu açık. Ve devlet aygıtına hakim olan hükümetlerin polisi, muhaliflerini bastırmak için kullanmaya çalışmaları da bir “sınıra” kadar anlaşılabilir. O sınır her şeyden önce hukuk ve yasalardır. Gezi direnişi tüm bu sorunlarla birlikte başka bir eğilimi de görünür kıldı
Polisin yasanın verdiği görev ve yetkiyi aşarak adeta “lejyoner” gibi kullanılması. Hele eli silahlı, sopalı, satırlı “sivillerle” beraber devriye gezmesi, protestocu kovalaması, slogan atması neredeyse üzerindeki üniformayı da gereksiz hale getirdi.
Gezinin görünür kıldığı bir diğer sorun ise polisin, yöneticileri ile asıl çoğunluğunu oluşturanlar arasındaki gerilim Polis sendikası kurmak istedikleri için meslekten ihraç edilen Emniyet-Sen Başkanı polis intiharlarını ve “kanunsuz emirlere” karşı yapılması gerekenleri gündeme getirince, Emniyet Genel Müdürlüğü açıklama yapmış:
“Son günlerde bazı basın yayın organlarında, sözde emniyet sendikasının, teşkilatımızdan çıkarılmış olan sözde başkanı tarafından, teşkilatımızla ilgili asılsız beyanatlarda bulunulmaktadır. Kamuoyunu yanıltıcı ve personelimizin moralini bozan yalan açıklamalara itibar edilmemesi gerektiği, Gezi Parkı olayları nedeniyle hiçbir personelimizin intihar etmediği...” dil tanıdık geldi mi?
En çarpıcısı, polisle göstericiler arasında geçen maaş diyalogları. Birisinde “maaşını biz veriyoruz” diyen göstericiye cebinden para çıkarıp “senin payına düşen bu” diyor bir polis. Diğerinde ise polis şiddetini eleştiren göstericiye “paranı ben vereceğim de, ben senin yanındayım, burada mecburiyetten görev yapıyor herkes”diyor. Bu diyalogların üzerine, Gezi protestolarında görev almış polislere “ikramiye” dağıtılmasına, polisten gelen tek itirazın “ikramiyeyi sadece Çevik Kuvvete değil, diğerlerine de verin!” olması gerçeğini koyun.
İşte “ordulaşmış polisten” daha geri bir kategoriye denk gelen “lejyoner polis”.
Artık tüm toplumun her zamankinden daha çok (adli kolluktan eğitimine, aşırı şiddet kullanmasından hükümetle ilişkilerine, özlük haklarından çalışma koşullarına, mevzuatından kadrolaşma iddialarına, örgütlenme sorunlarından intiharlara) “Polis sorununa” eğilmesi gerekir.
Ve tek tek tüm polis görevlilerinin sakince komplo teorisi falan kurmadan “polis simit sat onurlu yaşa!” sloganının nasıl bu kadar yaygınlaştığı üzerine kafa yormaları gerekir.