‘Gezi’ntiler: Düşman siyaseti

Anayasasının 2. maddesinde “sosyal bir hukuk devleti” olduğu,
Anayasasının 138. maddesinde ise “(...)Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” yazar.
Ama AKP’nin “ileri demokrat” devr-i iktidarında, Başbakan’ın “Yargı kararını bekleyeceğiz. Sonuç projenin iptali yönünde çıkarsa karara aynen uyacağız” noktasına gelmesi için dört yurttaşımızın yaşamını yitirmesi, onlarca yurttaşın kalıcı sakatlanması, birkaçı ağır, binlerce yaralı vermemiz, tonlarca kimyasal silah kullanılması gerekti. Henüz sorunun çözülüp çözülmediği de belli değil üstelik.
Referandumdan plebisite, plebisitten halk oylamasına, kışladan AVM ve rezidansa, kültür merkezinden kafelere, oradan müzeye yalpalayıp duruyorlar. Bu yalpalamaları olumlu ne kadar cilaları varsa hepsinin iyice dökülmesine neden oldu. Artık “durumu” medya da kurtaramıyor, tehlikeli yalanları da...
Bu köşede birkaç kez terörle mücadele adı altında özellikle AKP davalarında uygulanan “düşman ceza hukuku” pratiğinden bahsetmiştim. İktidar şimdi aynı “konsepti” siyasete egemen kılmaya çalışıyor. Şu değerlendirmelere bakın:
“(...) Vatandaşımızın makul taleplerini dinlemeye hazırız. Yeniçerilerin kelle istemesi gibi gelinirse hükümet tarafından dikkate alınmaz.”
“(...) birileri de çıkar ya devlet başa, ya kuzgun leşe der.” (Hüseyin Çelik, NTV, 8-11 Haziran 2013 tarihli konuşmalarında, ölümlerden sorumlu kamu görevlilerinin istifasını isteyenler için söylüyor)
“(...) Camdan bir kale düşünün bankacılar olarak orada oturuyorsunuz. Camdan yapılmış bir kalede oturuyorsanız, kimseye taş atmayacaksınız. Taş attığınızda karşılığı kötü olur.” (Ali Babacan, HaberTürk, 15 Haziran, -muhtemelen- Doğuş Holding yöneticisini kastederek söylüyor.)
“Başbakanı yedirmeyiz” kampanyasını da bu yaklaşıma ekleyebiliriz.
Başbakan’ın sözlerindeki düşmanlığı örneklemeye gerek bile yok ama dün yaptığı çağrı tam bu düşman siyaset pratiğine/konseptine uygun olduğu için hatırlatayım:
“(...) İşte ben o samimi çevreci dürüst kardeşlerime diyorum ki bizi daha fazla üzmeyin. Siz oradan çekilin. Bizi o uç terör örgütleriyle iç içe olanlarla karşı karşıya bırakın ve biz o Gezi Parkı’nı temizleyelim ve sahiplerine teslim edelim.”
Şimdi özellikle AKP’ye oy veren yurttaşların sakince düşünmeleri gerekir. Bu komplo teorilerini, yok CHP’liler yaptı, yok faiz lobisinin işidir falan saçmalamalarını bir tarafa bırakıp soğukkanlılıkla sormaları gerekir
Çok daha basit ihmal ve suç iddialarında -hatta çoğu kez yargı kararına aykırı olarak- kamu görevlileri açığa alıp soruşturma açılıyor iken, bu olaylarda kelle vermeyiz ne demektir?
Demokratik bir ülkede bu kadar ölüm ve yaralanmanın olduğu illerin yöneticilerinin, hatta bakanların, başbakanın istifasını istemek niye “kelle almak vermek hesabı” üzerinden değerlendirilsin?
“Ya devlet başa ya kuzgun leşe” diyip ardından “demokrasi, sandık, milli irade” dediğinizde kim inanır size?
“Ya iktidar ya ölüm” diyen bir partiye nasıl güvenilebir?
İktidar artık politikalarına karşı çıkanların tamamını, kendisine oy vermeyenlerin tamamını hatta eleştirenleri “düşman” olarak gördüğünü çok net bir şekilde ortaya koymuştur.
Karşısındakini düşman olarak görmeye başladıktan sonra artık tüm kirli mücadele/savaş yöntemleri de serbesttir.
Ölümünde herkesten daha fazla sorumluluk taşıdığı halde, köprüden düşüp yaşamını yitiren komiserin ölümünden göstericileri sorumlu tutar, polis kurşunu/şiddeti ile yaşamını yitirenleri candan saymaz.
Kendi halkını düşman yerine koyan bir iktidar ise, ne barış getirebilir ne de demokrasi.