Al sana öfke

İlhan Cihaner'in “Al sana öfke” başlıklı yazısı 09 Haziran 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Taksim Gezi Parkı’nda başlayıp tüm yurda yayılan direniş sonrası siyasete hakim olan sarsaklık devam ederken, toplumu AKP’nin aynasından tahlil eden algılayan ve öyle yansıtan, birçok yazarın/akademisyenin durumu daha vahim. İktidardan beslenip şu krizin faturasını bile iktidara çıkarmaya cesaret edemeyenler hâlâ Başbakan’ın sözlerini itidale, uzlaşmaya, demokrasiye tercüme etmeye çalışıyorlar. Bunu temellendirmek isterken de sahiden hazin senaryolar yazıyorlar. Camide içkiden sosyal medya komplolarına, CHP provokasyonundan dış mihraklara kadar neler neler...

2001 krizinin birkaç gün öncesinde ekonominin ne kadar sağlam olduğunu söyleyen ekonomistler gibiler. Bu kadar ileri demokrasi, bu kadar hukuk, bu kadar özgürlük vardı, hele ekonomi, AB ülkeleri bile krizdeyken mucize üstüne mucize yaratılmıyor muydu? Zaten referandumla halk yönetime de el koymuştu, yargı desen, o kadar olur yani...

Eee niye bu direniş, niye bu ayaklanma?

Meydanları dolduranlar Başbakan’ın bedduasındaki [elinize, dizinize dursun!-Havaalanı nutkundan-] nankör isyankarlar mıydı? İstihbaratı taaaaa üç ay önce alınmış menfur bir planın “kökü dışarıda maşaları” mıydı? Yoksa yoksa bu gençler Kürt meselesinde çözüm istemeyen meşhur kandan beslenenler miydi? Faiz lobisinin her ay hesaplarına bol sıfırlı maaşlar yatırdığı elemanlar mıydı? Boğaz’a bakan villalarında viski içerek kaos çıkarma planı yapan enteller mi çıkarmıştı bu isyanı? Muhalefet yetersiz olduğu için mi çıkmıştı yoksa bu isyan? Emniyet’in içindeki Cemaatçi polisler mi yaratmıştı bu tabloyu? Darbe isteyenler mi tezgahlamıştı yoksa?

Tahlil adı altında birbiri ile çelişen mantıksız, tutarsız cümleleri arka arkaya sıralıyorlar. Epey bir müddet de böyle gidecek gibi.

Direnişi besleyen dinamikler özellikle başlangıcına göre oldukça çeşitlendi ve renklendi. Başlangıçta “ırkçı ve şövenist” diyenler bile meydanların gücünü görünce pozisyon değiştirmek zorunda kaldılar.

İlk talep ve tepkilerin “Gezi Parkı” merkezli çevreci duyarlığa dayandığı, sonradan başka talep ve tepkilerin eklemlendiği tartışmasız. Ancak bu kesinlikle ne eleştiri konusu yapılabilir ne de iktidarın gösterdiği gibi “ama olmaz ki! birkaç ağaç diyordunuz, şimdi başka şeyler söylüyorsunuz” türü mızmızlanmaları haklılaştırır. Çünkü her şeyden önce devlet aylardır “birkaç ağaç” için mücadele edenleri görmezden geldi. 30-31 Mayıs sabah saldırıları ile de kavgayı başlattı. Sokaklar da bu daveti kabul etti. Ayrıca en önemlisi direnişe destek veren herkesi, her hareketi, grubu ortaklaştıran iki talep var bence: özgürlük ve adalet... Direnişin kitleselleşmesinin arkasında siyasetin imkansız hale getirilmesinden tutun, parlamentonun adeta Başbakan’ın yasamatiği haline gelmesine, kadrolaşmalardan adalet talebine kadar bir çok etken var. Direnişe sokak karar verdi, nereye evrileceğine de onlar karar verecek. Ne kimsenin yukarıdan ahkam kesmeye hakkı var, ne de şu an için sokakta bu yaklaşım yankı bulur.

Bu köşede Başbakan’ın gerginlik politikalarının toplumu nasıl kutuplaştırdığını ve bu durumun toplumu bir arada tutan herşeyi örselediğini, adalet duygusunu yitiren toplumların kavgaya açık hale geleceğini, özellikle Başbakan’ın “benim milletim” formülasyonun ne kadar tehlikeli olduğunu belirten birkaç yazı yazdım ama tekrara düşme pahasına meydanlardaki direnişte etkili olduğunu düşündüğüm bir konuyu hatırlatıp bitireyim yazımı.

Hatırlarsınız Başbakan “öfke de bir hitabet sanatıdır!” demişti. Bu kışkırtıcı tehlikeli sözü bile eleştirilmemiş alkışlanmıştı. Ve sokaklar şimdi cevabını veriyor, üstelik yüzlerce koruma arasından, bindikleri skorskyi koruyan skorskylerden, ezilip bükülen gazetecimsilerin programlarından, sermaye desteğinden, simbiyotik ilişki içindeki medya korumasından, devasa güvenlik aygıtından, eli sopalı paramiliterlerin desteğinden yoksun olarak...bileklerine kan grubunu yazacak kadar cesurca, mizahı, sanatı eksik etmeden... Unutulan birçok şeyi, dayanışmayı, kardeşliği hatırlatarak...
Evet “öfke de bir hitabet sanatıdır!” demişti Başbakan!

Al sana hitabet!

Al sana sanat!

Al sana öfke...