259 kişi ve ahlak, vicdan, ce-sa-ret!

Geçen bir televizyon kanalında “fezleke tartışması” yapılıyordu. Konuklardan üç kişi, belki de tek cümle ile açıkça anlatılacak bir şeyi ısrarla tekrarlayarak anlatmaya çalışıyordu. Anlatmaya çalışanlar da muhatapları da hukukçuydu. Konu, bakanlar hakkındaki yolsuzluk iddiaları nedeniyle meclisteki uygulamaydı. Tartışma özetle fezlekelerin içeriği milletvekillerinin incelenmesine açılmadan meclis soruşturması konusunda karar vermelerinin uygun olup olmayacağıydı. Artık çok rastladığımız şekilde AKP ile organik bağını gizleyerek, akademik ya da mesleki ünvanını kullanan bir “hukukçu” ısrarla tüm mantık kurallarına aykırı bir şekilde, meclis soruşturması için oy verecek vekillerin, fezlekelerin içeriği incele(ye)meden oy kullanmaları gerektiğini savunuyordu. Tabii ki bu tartışmayı AKP’li kimliğiyle değil, hukukçu kimliğiyle yaptığı için, sanki iki farklı hukuki görüş ya da politikacıların karşısında, tarafsız bir hukukçu varmış izlenimini veriyordu. Tam bir üçkağıt örneği!

Aynı tartışma TBMM’de de yapıldı. Detaylarda boğulmaya gerek yok, AKP şunu savunuyor: bakanların soruşturulmasının ve yargılanmasının ön koşulu olan meclis soruşturması önergesi oylansın ama, meclise gelen belgeler gizli kalsın. Hatta Savcılıktan gelen üst yazının bile okunmasına karşı çıktılar. Nasıl mantık ama!

İyimser (!) bir yaklaşımla, fezlekelerde yazılanların kamuoyunun önünde resmi bir evraktan okunmasından utandıklarını, diğer şüphelilerin lekelenmeme hakkına, ya da sahiden soruşturmanın gizliliğine saygı gösterdileri varsayılabilirdi. AKP adına konuşan “hukuk profesörü” ünvanlı vekilin soruşturmanın hiç bilinmeyen detaylarını anlatması “gizlilik” argümanını boşa çıkardı. Diğer konulardaki performansları zaten ortada.

Bu konuyla ilgili olarak CHP’nin verdiği genel görüşme önergesi oylanırken, AKP sıralarına “ahlak, vicdan, ce-sa-ret” sloganları atıldı ama, 158 kabul oyuna karşılık, 259 ret oyu ile, önerge reddedildi.

Evet 259! Yazıyla “ikiyüzellidokuz” kişi ret oyu verdi.

Bunun ahlaka tercümesi TBMM’de, 259 Egemen Bağış, 259 Muammer Güler, 259 Zafer Çağlayan ve 259 Erdoğan Bayraktar var demektir.

Bunun vicdana tercümesi artık 700.000 liralık saat o 259 kişinin kolundadır, o çikolata paketi 259 kişiye gitti, peşin verilen bahşişler o 259 kişinin cebine sıkıştırıldı, Reza Zarraf’ın önüne birlikte yattılar, korumalığını, şöförlüğünü beraber yaptılar, ayakkabı kutusu artık o 259 kişinin evindedir.

Bunun cesarete tercümesi: 17 aralık sabahı, o 259 kişi de, kısık ve ürkek sesleriyle kendi çocuklarını aradılar, “Fatih’e” beraber “alo” dediler, meclis TV’nin sesini birlikte kıstılar, twitter’ı beraber kapattılar.

Hadi iflah olmaz bir iyimserlikle, bir an için bu 259 kişinin, yapılan soruşturmanın, cemaatin bir komplosu olduğuna inandıklarını kabul edelim. Ee iyi ya işte, en ince ayrıntısına kadar tartışalım, inceleyelim ve açığa çıkaralım bu komployu. Hala devam eden ses kayıtları servislerinin niteliği ve cemaat adına yapılan açıklamalar cemaatin bu soruşturmada -en azından- “sıra dışı” bir rol aldığını gösteriyor. Ancak bu durum her ikisinin bir arada gerçekleşme olasılığını ortadan kaldırmaz ki. Yani cemaatin bu soruşturmada ve/veya önceki davalarda hukuk dışı rol aldığı da doğrudur. AKP’nin gırtlağına kadar yolsuzluklara bulaştığı da doğrudur.

Bu 259 kişi sahiden yolsuzlukların olmadığına inanıyorsa, gelirse “AKP’yi duman edecek Sayıştay raporlarının”, Bakan çocuklarının malvarlıklarının hesabını vermesi gerekir. Hesap vermek dediysek yargı, meclis falan da değil. Çıkıp tek tek kamuoyuna açıklamaları yeter, kalkan olduklarının bu serveti nasıl kazandığını, kazandıklarını.

Evet sloganı tekrar ederek bitireyim:

Ahlak, vicdan, ce-sa-ret!