Son Şövalye Cervantes’le öldü

Yazılı ve görsel medyanın günlük dili nasıl kullandığını, hangi olguları hangi sözcüklerle dayattığını düşünüyorum da, farkında olmadan maruz kaldığımız şiddet, sadece haber bültenlerinde ya da gazetelerin üçüncü sayfalarında karşımıza çıkmıyor. Kullanılan dil, şiddetin kendisi…

Dayak, tecavüz, hırsızlık, cinayet vb. haberlerin sunum şekilleriyle kafanızı şişirmeyeceğim. Ancak, futbol maçında birkaç futbolcunun itişip kakışmasına “saha savaş alanına döndü” diyen spikerleri unutmamız gerekiyor. Keza, bazı modern Robinson’ları bir adaya hapseden yarışmanın adının “Survivor” olmasını şeflerin yarıştığı ve iyi yemekleri üzerinden puan aldıkları bir yarışmaya “Şeflerin Düellosu” denmesini veya dizilerde kadın peşinden koşan yakışıklı jönlerin, hiç de masum olmayan Eski Roma geleneklerini sürdürme gayretlerini… Tüm bu beyhude işler, şiddetin pornografik sunumundan başka bir şey değildir. Şövalyelik de öyle!

Wikipedia’dan kopyalıyorum:

“Şövalye, Orta Çağ'da at üstünde ve yaya olarak savaşabilen seçkin bir askeri sınıf. Britanya İmparatorluğu ve sömürgelerinde, şövalyelik soydan gelmeyen ve soyluluk ifadesi olmayan bir seçkinliktir. Orta Çağ'da şövalyenin temel görevi dövüşmek ve zırh kuşanmış atlı birliklere liderlik etmekti.

Şövalyelik, Avrupa’nın değişik bölgelerinde farklı şekillerde yorumlandı ancak temellerini Fransızlar belirledi. 12. yüzyılda şövalye olmanın temelleri keskin çizgilerle belirlenmiştir. Prouesse (prowess) Savaş konusunda kendini ispatlamış olmak. Loyaute (loyalty) Sadakat. Largesse (generosity) Altındakileri yaptıkları iyi doğru işler karşılığında ödüllendirmek, cömertlik. Courtoisie (courtesy) Etiket, yerinde davranma, kurallara uyma. Franchise (free birth) Kanuni etkinin dışında ve soylu olarak doğma, hür doğma. Honeur (honor) Onur, şeref.

Bunlara ek olarak, bir şövalyenin uyması ya da benimsemesi gereken hayat felsefesi denilebilecek 10 temel kural vardı: Kutsal saydığı değerleri ölümü pahasına korumak Savunmasız ve acizleri korurken onlara saygı gösterme Ülkesini sevmek Düşmandan önce savaş meydanından geri çekilmemek Tek bir kadına karşı aşk beslemek, ona bağlı olmak Kötülüklerin ve acımasızlığın karşısında durmak İnandığı değerlerle çakışmadığı sürece, emri altında olduğu amirlerinin tüm emirlerine uymak Sözüne sadık olmak, onurunu küçük düşürecek davranışlardan uzak durmak Cömert olmak, kendisine gösterilen iyiliği asla unutmamak Her durumda doğruluğun ve iyiliğin temsilcisi olmak.”

Demek ki, Elif Şafak’a, yukarıda belirtilen melekelerin bir ya da birkaçına haiz olduğu için “Sanat ve Edebiyat Şövalyesi” (Chevalier dans l'Ordre National des Arts et Lettres) nişanı takıldı. Bir Türk olarak ne kadar gurur duysak, Mevlana ve Şems adına ne kadar sevinsek azdır. Yıllardır başarıyla yürüttüğü yazarlık serüvenine, kaleme aldığı birbirinden özgün eserlerine, Türk kültürünü Batı’ya başarıyla tanıtmasına rağmen geç kalınmış bir nişan da diyebiliriz diyelim. Nitekim 2010’da layık görülüp, 2012’de takıldı… İki hafta önceki yazımda yapmış olduğum Serdar Ortaç benzetmesi üzerine verilen bu “şövalyelik” payesi ise bana “kapak” oldu. Twitter üzerinden yediğim hakaret ve küfürler boş bir çaba içinmiş meğer… (bkz.ironi: http://tdkterim.gov.tr/bts/ )

Neyse, dilin kemiği yok… Gözüme inen perdeyle gönül gözü kapanan ben, ünlü ve bol ödüllü bir yazara yeniden çatarak kendi reklamımı yapmaya devam edeyim!

Nişanın aile arasında takıldığı haberi basın dünyasına ve entelijansiyanın gündemine düşünce alla alla, bayram değil seyran değil eniştem beni neden şövalye ilan etti, diye merak ettim. Ödülü veren Fransa’nın Ankara Büyükelçisi Laurent Bili, “Sanat ve Edebiyat Şövalyesi Nişanı’nın çok özel bir nişan olduğunu, sanat ve edebiyat alanındaki yaratılarıyla öne çıkanları veya Fransa'da ve dünyada sanat ve edebiyatın başarısına katkıda bulunanları ödüllendirdiğini(…)” söyleyip, Elif Şafak'a, ''bu kişisel kozmopolit güzergâh, sufilik ve Osmanlı kültürü ile içiçe geçmiş gayretli ve hümanist eğitim, hiç kuşkusuz edebi eserlerinizi derinden etkiledi. İlk romanlarınız bunu ortaya koyuyor'' demiş… Elif Şafak ise müthiş Türkçesi’ne bütün kozmopolit güzergâhları ekleyerek, ilk seferde anlaşılamayan ama belli ki bir derinliği olan şu açıklamayı yapmış: “Benim ilk gençlik dönemlerimde ve hala birçok edebi kaynağın rolü var. Rus ve Fransız edebiyatının benim zihinsel şekillenmemde çok büyük rolü var. Tabii ki Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet dönemindeki Türk edebiyatının çok önemli rolü var. Ben hep böyle biraz obur bir okur oldum. Biz yazarlar yalnızlık yaşıyoruz. Yazarken çok tek başınayız. Böyle bir ödül aldığında insan bir an duruyor. Benim için bir okur mektubu almak gibi bir şiara beni buluşturan, bağlantı kurmamı sağlayan, yüreğime de enerji veren bir ödül.

Sanki Elif Şafak intihalle anılmasından ve son kitap kapağının çalıntı çıkmasından dolayı yorgun düşmüş, bezmiş de, karşısındaki Bugs Bunny kendisine “seni sör (şövalye) ilan ediyorum,” diyor kullandığı sözcükler ve açıklaması o kadar özensiz… Oysa bu kadar farklı dile çevrilen, yüz binler satan bir ticari projenin daha derinlikli, “vay anasını” dedirtecek bir kelam etmesini beklemek hakkımız. O yapamıyorsa PR şirketi yapmalı, akıl etmeli, prompter’dan okutmalı… İşin ticari boyutu bir yana ama okurlarının şunu merak etmesini bekliyorum kendi adıma: Şövalye Elif Şafak bugüne kadar ve bundan sonra hangi yeldeğirmenlerine karşı mücadele etti/edecek? “Yeldeğirmeni” olarak belledikleri, Şafak’ın telif ödemesi gereken sanatçılar/yazarlar olmamak kaydıyla…

Şövalye deyince iki kişi gelir benim aklıma. Biri Don Kişot, diğeri Rekin Teksoy. Fransız Edebiyatı deyince de Montaigne’den Sartre’a Victor Hugo’dan Balzac’a Zola’dan Baudelaire’e Eluard’dan Aragon’a uzanan bir okyanus… Elif Şafak’ın şövalyelikle veya “zihinsel şekillenmesine” katkıda bulunan Fransız edebiyatıyla bağlantısı olduğunu iddia etmek cesaret değil, akıl yitimi ister. Bana inanmıyorsanız açın, Şafak’ın romanlarını okuyun.

Sen yokken bir kaç defa daha sevdim seni Helal et...” “Her insan huzur verir. Kimi gelince, kimi gidince...” vb. cümleleri minibüs ve tır şoförleri yazarken küçümseyenler, Elif Şafak yazınca yere göğe sığdıramıyor. Onların alacağı paye “yolların hâkimi”, tek rakipleri de “thy” olarak kalacakken yazar olanı milyarları ve uluslararası saygınlığı cebe indiriyor.

Bir de özeleştiri yapayım: “Elif Şafak, edebiyatın Serdar Ortaç’ıdır,” dedim diye sadık okurları tarafından linç edilirken, meğer kendisi Jeanne d’Arc’mış, özür diliyorum. (TDK’dan hangi kelimeye bakacağınızı tahmin ediyorum.)

Başka kaynaklara da bakmak isterseniz, Sartre’ın “Aydınlar Üzerine”si ile -Fransız olmasa da- Cervantes’in “Don Kişot”unu tavsiye ederim, okumayanlara. Zira kitabın 1. cildinin 3. bölüm başlığı şudur: “Don Quijote’nin ne gülünç bir biçimde şövalyelik unvanı aldığına dair.” (YKY, çev. Roza Hakmen)

[email protected]