'Yeni sömürü fırsatları' tartışılıyor

Dünya Bankası, “Küresel Ekonomik Beklentiler Raporu”nu (*) yayınladı. Yılda iki kez hazırlanan ve küresel gelişmelerin kapsamlı bir şekilde değerlendirildiği raporun Ocak 2018 versiyonu büyüme beklentilerindeki iyileşme ile gündem oldu. Raporda hem dünya hem de Türkiye için büyüme beklentileri yukarı yönlü revize edildi. Ham petrol başta olmak üzere emtia fiyatlarında 2014-2016 döneminde yaşanan düşüşün etkilerinin de detaylı değerlendirildiği raporda yer alan beklentilerdeki iyileşme de esas olarak 2018 yılında emtia fiyatlarındaki artışın devam etmesi öngörüsüne dayanıyor.

Ancak raporun odak noktalarından birini orta vadede küresel ölçekte büyümedeki yavaşlamanın süreceği beklentisi oluşturuyor. Sadece Dünya Bankası raporları değil, Uluslararası Para Fonu (IMF) Dünya Ekonomik Görünümü raporları ile değişik OECD çalışmaları da son birkaç yıldır artan bir ağırlıkla “yapısal sorun” olarak tanımlanan bu duruma odaklanıyor.

Uluslararası sermaye kuruluşlarının raporlarında ele alınan haliyle “büyüme sorunu”, büyümenin kaynaklarıyla ilgili. Küresel 2008 kriziyle belirginlik kazanan, konjonktürel yani krize bağlı nedenlerden ziyade demografik gelişmeler başta olmak üzere yapısal nedenlere dayandığı düşünülen bir sıkışma saptanıyor. Potansiyel büyümenin 0,5 ila 0,9 puan arasında düştüğü belirtiliyor. (Potansiyel büyüme tartışmalı bir kavram olmakla birlikte, işgücü ve sermaye başta olmak üzere kabaca “fiziksel altyapı”nın izin verdiği ortalama büyüme oranını ifade etmek amacıyla kullanılıyor.) 

Neoklasik büyüme literatürüne göre küresel ölçekte büyümenin yakıtı olan iki kaynağın, işgücü ve sermaye verimliliğindeki artışın, geçmiş on yıllardaki seviyenin altına düştüğü saptanıyor. İşgücü verimliliğindeki artışın nüfus artış hızı, kentleşme, “işçileşme” başlıklarında gelecek 50 yılda geçmiş 50 yıldaki gibi büyük bir sıçrama gösteremeyeceği kaydediliyor. Benzer tablonun sermaye verimliliği için de geçerli olduğu saptanıyor. 20. yüzyılda kapitalizmin coğrafi genişlemesi ve sermaye derinleşmesinin ölçek olarak tekrarının mümkün olmadığı ifade edilmiş oluyor. Özellikle orta gelişkinlikteki ve az gelişmiş kapitalist ülkelerin gelişimleri, hem kırdan kente göç hem de ülkeler arası işgücü göçü ve nihayet yüzyıl sonunda eski sosyalist ülkelerde yaşanan kapitalist restorasyon süreçleri dikkate alındığında emperyalist-kapitalist sistem açısından sömürü coğrafyasının ve işgücü ordusunun genişlemesi anlamında benzer bir mesafenin kalmadığı açık.

Uluslararası sermaye kuruluşlarının ana akım iktisadın önemli temsilcilerinin de desteğiyle önerdiği ortak kurtuluş reçetesi ise “toplam faktör verimliliği”nin (TFV) artırılması. “Toplam faktör verimliliği”, “büyüme literatürü”nde işgücü ve sermaye verimliliği dışında, büyümenin üçüncü kaynağı olarak tanımlanıyor. Teknoloji ve “beşeri sermaye” yani nitelikli işgücü katkısını ifade eden, daha doğrusu Solow büyüme modelinde işgücü ve sermaye verimliliği olarak ölçülemeyen “artık verimliliği” ifade eden, formülasyonu son derece tartışmalı “toplam faktör verimliliği” orta-uzun vadeli büyüme tartışmalarının bir tür fetiş kavramı haline gelmiş bulunuyor.

Burjuva iktisadının TFV kavramlaştırması, Solow’un büyük keşfi, bir tarihsel arkaplana sahip. 1950’lerde gündeme getirilen kavram hiç kuşkusuz Sovyetler Birliği’nin merkezi planlama ile sanayileşmede ve toplumsal dönüşümde gösterdiği büyük başarının izlerini taşıyor. Bir boyutu Sovyet planlama deneyiminden, emekçilerin sömürü düzeninin karşısına diktiği en somut direnişlerinden birinden “teknik tırtıklamak” olarak değerlendirilebilir ancak daha çok bir tür ideolojik savunma, burjuvazi adına sömürüyü meşrulaştırmak, yeni sömürü olanakları yaratmak üzere arayış olarak değerlendirmek daha doğru olur. TFV kavramı, bugün daha rafine bir şekilde daha fazla artı değerin nasıl sızdırılabileceğini ifade ediyor. Biraz kabalaştırmayı göze alıp 20. yüzyılın işgücü ordusuna katılan milyonların, özellikle yüzyılın son çeyreğinde uzayan çalışma saatleri, artan kuralsızlaşma gibi gelişmelerle mutlak artı değer artışı açısından “mucizevi” olduğu söylenebilir. Şimdi sermaye adına benzer bir sıçramanın göreli artı değer artışıyla sağlanıp sağlanamayacağı tartışılıyor.  

Dünya Bankası’nın Küresel Ekonomik Beklentiler raporunda bu çerçevede, yani orta-uzun vadeli büyümeyi kurtarmak, yapısal sıkışıklığı aşmak üzere eğitim başlığına odaklanması bu yüzden. Raporda eşitsizliklerin eğitim, sağlık gibi alanlar başta olmak üzere altyapının geliştirilmesiyle azaltılabileceği vurgulanıyor. Ama tabii öyle insani gelişim odaklı bir altyapı gibi yanılsamalara düşülmesin; özel sektöre alan açacak, serbest ticareti kolaylaştıracak, yoksul yığınlar için “yeni yaşam standartları” oluşturarak talebi “besleyecek” bir altyapının geliştirilmesinden söz ediliyor. Emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı sıkışma ciddi. Bu bağlamda “yeni sömürü fırsatları”na ilişkin tartışmalar da…

(*) Global Economic Prospects, Dünya Bankası, Ocak 2018. http://www.worldbank.org/en/publication/global-economic-prospects