Yolun sonu görünüyor

Geçen hafta Meksika’nın güneybatısında Michoacán eyaletinde yaşananlar gazetemizde genişçe yer buldu. Haberi görmemiş okurlarımız için kısaca hatırlatayım.
Kendilerine bir Ortaçağ Katolik tarikatından esinlenerek Tapınak Şövalyeleri ismini veren büyük bir uyuşturucu karteli eyaletin belli sayıda kent ve kasabasını kontrolü altında tutmaktaydı. Bu kartelin uyuşturucu ticaretinin yanı sıra, öğrencilerin cep harçlıklarına kadar uzanan yaygın haraç toplama faaliyetine, günlük rutine dönüşmüş adam kaçırma, tecavüz ve cinayet vakalarına karşı ne federal güvenlik güçleri ne de eyalet yönetimi herhangi bir adım atmamaktaydı.

Sonunda Meksika’nın pek çok farklı bölgesinde olduğu gibi halk kendi silahlı milis gücünü yarattı ve Tapınak Şövalyelerine karşı harekete geçti. Eyalette günlerce hiçbir resmi otoritenin esamisi okunmadı. Devletin dışında kaldığı bir iç savaş görüntüsündeki olaylara güvenlik güçleri zor bela müdahale edebildi. ABD kaygılarını dile getirdi ve yardım talep edilmesi durumunda biricik komşusu için gereken özveriden asla ve asla kaçınmayacağını bildirdi.

ABD ilk defa kaygı duyarken samimi ve haklı olabilir. Tamamen kendi eseri olan bu tablo işlerin çığırından çıktığının da bir göstergesi gibi…

ABD 1980’ler boyunca Meksika’da uyuşturucu üretimini ve ticaretini teşvik etti. Bu sektör kapitalizmin krizine çare aranan bir dönemde aşırı karlılığı ile giderek en gözde yatırım alanlarından biri haline geldi.

Serbest ticaretin yıkıma uğrattığı tarımsal üretim sona ererken, topraklarını terk edip kente ya da ABD’ye göç eden köylülerin toprakları geniş kokain tarlalarına dönüştürüldü.

Kısa zamanda dev uyuşturucu kartelleri ortaya çıktı.

Sektör 1980 öncesinde büyük oranda devlet kontrolündeydi. Ancak aşırı karlılık, hızlı genişleme, uyuşturucu kartellerinin geniş ‘yasal’ yatırımları da olan burjuvazinin asli unsurlarına dönüşmesi, ABD’nin en muteber bankalarının uyuşturucu paralarını aklamak için sıraya girmeleri, artan rekabet, kartellerin ekonomide olduğu gibi siyasette de söz sahibi haline gelmeleri ile konu devletin kontrol mekanizmalarına tabi olmaktan çıktı.

Meksika’da devlet uyuşturucu kartellerinin farklı köşelerini tuttuğu bir mücadele alanı haline geldi. Karteller devleti paylaştı. Merkezde bir kartelin, eyalette bir başkasının sözü geçiyordu örneğin. Bir kartelin eli yargıda güçlüydü bir diğerinin polis teşkilatında. Sonuç olarak kapitalist devletin topluma yönelik göstermelik fonksiyonlarından tümüyle arındığı kendi içinde kontrolsüzce çürüdüğü ve çözüldüğü bir evreye girildi.

2006’da ABD’nin güdümünde başlatılan Merida Girişimi, sadece görünüşte uyuşturucu ticaretiyle savaş amacı taşıyordu.

Bu savaş Meksika’da iktidara yakın olan veya bizatihi iktidarın içinde yer alan uyuşturucu kartellerinin diğerlerine karşı savaş açarak sektörü kendi lehlerine düzenleme girişimleriydi.

ABD bu savaş sayesinde aynı gündemin olduğu diğer ülkelerde olduğu gibi Meksika’nın işlerine daha fazla burnunu sokabiliyor, savaşın tüm taraflarına sattığı silahlarla kendi silah tekellerini mutlu ediyordu. Savaşı bizzat yönetiyor ama işler kötü gittiğinde sorumluluktan rahatça sıyrılıp, Meksika’da iktidara parmağını sallayabiliyordu.

Meksika’da devlet halka karşı sürekli silahlanıyor, bir polis, asker, çete, ne derseniz deyin, acayip bir şeye dönüşüyordu. Kapitalizmin son 30 yılda darbe üstüne darbe indirdiği milyonlarca insanı baskı altına almaktan başka çaresi yoktu. Böylece uyuşturucuya karşı savaş esasen halkı yerli yerinde tutmak için yürütülen bir savaş olarak da anlam kazandı. Uyuşturucu gündeminin marjinal kaldığı yerlerde estirilen devlet terörü de yine aynı gerekçeyle açıklanıyordu örneğin.

İşin bir kısmı fiziki baskı diğer kısmı ise emekçi sınıfın kimyasının bozulması, uyuşturucu ticaretinin çürütücülüğünden ziyadesiyle payını almasıydı. Sektör önemli bir istihdam alanına dönüştü. Ücretler görece yüksekti ama öyle olmasaydı bile milyonlarca insanın sektörün şu ya da bu noktasında, tarlada kokain eken köle, uyuşturucu dağıtımındaki kurye ya da gerektiğinde adam kaçıran, adam öldüren katiller olarak kendilerine yer bulmaktan başka çareleri yoktu.

Gelinen noktada işler gerçekten kontrolden çıktı. Kar daha fazla kar isteğini, çürüme derin bir ideolojik bunalımı, devlet içindeki kavga giderek hızlanan bir çözülmeyi doğurdu. Ancak belki imkân olsa da halka minicik bir hava deliği bıraksalardı, hayatta kalabilmeleri için, işler biraz daha böyle gidebilirdi.

Bırakmadılar ve halk türlü çeşit yollarla direnişe geçti. Yapacak başka bir şey kalmadığı için. Ülkenin her yerinde, dağınık halde ama geriye dönüşsüz biçimde…

Dedik ya ABD kaygı duymakta ilk kez haklı.