Sorun Obama mı?

13 Kasım 2012'de SOL GAZETESİ'NDE "BİZİM AMERİKA'NIN HALLERİ" köşesinde yayınlanmıştır. Gözde Kök'ün yazılarını soL Gazetesi'nde her salı günü okuyabilirsiniz.

Obama’nın yeniden seçilmesi “Bizim Amerika”da özel bir heyecan yaratmadı. En fazla bir rahatlama duygusu… Cuba Sí adlı internet portalında bu durum şöyle özetlendi: “En kötü olan seçilmedi.” Latinler Amerika dış politikasının başkanlık koltuğunda oturan kişiye bağlı olmadığını kendi tarihlerinden biliyorlar. Nitekim Obama da Amerikan dış politikasının kıta üzerindeki temel yönelimlerini değiştirecek en küçük bir adım atmadı dört yıl boyunca. Yine de Latin Amerika’nın solcu liderleri kendisini uyarıcı bir tonla dahi olsa seçim başarısından dolayı tebrik etmekten geri kalmadılar. Obama’nın sarsak uzlaşmacı söylemi Romney’in başkan seçilmesi durumunda geliştirmesi muhtemel görülen tehdide dayalı saldırgan bir söyleme tercih edilirdi ne de olsa.
Obama, Amerikan aşırı sağı tarafından Latin Amerika ile ilgili konularda beceriksizlikle suçlanıyor. Geçen dönemin birkaç önemli olayını hatırlayalım: Obama, Chávez’in kendisine Amerikan emperyalizminin kıtaya ettiklerini anlatan “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” adlı kitabı hediye etmesiyle başlayan diyaloglarının ardından Chávez’i ulusal bir tehdit olarak görmediğini açıklaması infial yaratmıştı. 2010’da Honduras’ta Başkan Zelaya’ya karşı kendi tezgahladıkları darbenin arkasında durmakta tereddüt etmesi de çok eleştirildi. Ekvador’a “zeytin dalı uzatmışken” Wikileaks belgeleri yüzünden ABD elçisinin ülkede “istenmeyen kişi” ilan edilmesi Obama’nın kalesine atılmış gol sayıldı.
Bu yılın Nisan ayında Kolombiya’da, Amerikan Ülkeleri Örgütü Zirvesi’nde Obama gerçekten çaresiz bir görüntü sergiledi. Aslında zirve ABD açısından fiyaskoyla sonuçlandı desek abartmış olmayız. Gerçi Amerikan delegasyonu üyelerinin Cartagena gecelerinde fuhuş âlemlerine daldıklarının ortaya çıkması Obama’nın zirve toplantılarında boynunu bükmüştü ama fiyaskonun nedenleri başkaydı. Amerika yakın müttefikleri Meksika ve Kolombiya tarafından bile yalnız bırakıldı! Zirvede ortaya çıktı ki Küba’nın ABD vetosu yüzünden örgütten dışlanmasına Kanada dışında destek veren kalmamış. Latinler ABD’nin kıtada estirdiği terörün adı olan uyuşturucu ile savaştan da artık yaka silkiyorlar.
En önemlisi zirveye katılan ülkeler iş başına geldiğinden beri diyalog mesajı veren Obama’nın bu ılımlı söyleminin somut adımlar atılmadığı sürece kendileri için hiçbir anlam ifade etmediğini göstermiş oldular. “İdare edemeyiz” dediler.
Öyleyse soru şu: Obama temsil ettiği Amerikan sermaye imparatorluğunu Latin Amerika cephesinde rezil mi etti? Yoksa ortada Obama’nın beceriksizliğiyle açıklanamayacak nesnel sorunlar mı var? Galiba ikincisi… Yani ABD’nin Latin Amerika politikasını liderlik zafiyetinden çok belli nesnel koşullar nedeniyle bocalama haliyle açıklamak daha makul. Bu nesnel koşulların bir yanında ABD’nin ekonomik krizle ağırlaşan kendi iç sorunları ve Ortadoğu’ya yönelik uğraşlarının Latin Amerika gündemini geri plana itmesi duruyorsa diğer yanında Latin Amerika ülkelerinin birlikte hareket etme yeteneklerini giderek geliştiriyor olmaları var.
Kıtada Venezuela’nın başını çektiği halkçı iktidarların oluşturduğu ağırlık kendini yaşanan entegrasyon sürecinde gösteriyor. Bu entegrasyon şimdilik bölgeyi ABD’ye bağımlılıktan kurtaracak iktisadi araçlar yaratamasa da serbest ticaret, uyuşturucu ile savaş ve Küba gibi ABD’nin Latin Amerika politikasının yapı taşlarına ilişkin ülkelerin ortak tutum geliştirmelerine yardımcı oluyor.
“Bizim Amerika,” ABD’yi düşük profilli, mütereddit bir siyaset izlemeye itecek kadar güç biriktirdi. Ama Obama’yı ya da herhangi başka bir ABD başkanını ciddi bir politika değişikliğine mecbur bırakacak kadar değil. Önemli olan önümüzdeki dönem “Bizim Amerika”nın ABD politikasındaki boşluğun kazandırdığı zamandan ne kadar faydalanabileceği…