Soğuk Savaş’a mı döndük?

11 Nisan günü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Doğu Guta’da kullanıldığı iddia edilen kimyasal silahlar konusu görüşüldü. ABD, İngiltere ve Fransa, uydurma olduğunu bütün dünyanın gördüğü bir iddiadan savaş gerekçesi devşirmeye çalışıyordu.

ABD’nin Suriye’ye saldırıya gerekçe teşkil edecek önergesi Rus vetosu ile reddedildi.

Birleşmiş Milletler batılı emperyalistlerin saldırganlıklarına uluslararası meşruiyet sağlamak için kullanmak istedikleri bir platform. Rusya’nın Güvenlik Konseyi daimi üyesi olarak sık sık veto hakkına başvurması ve ABD’nin, müttefiklerinin ve peşlerinden sürükledikleri bağımlı devletlerin temsilcilerinin çoğunluklu oyuna rağmen istedikleri kararları geçirememeleri canlarını sıkıyor.

Diplomatların belagatlarını konuşturdukları 11 Nisan günkü Güvenlik Konseyi oturumunda yeni Rus vetosuna sinirlenmiş olan İngiltere temsilcisi Karen Pierce Lenin’i hatırladı. Rus vetolarının sıklığına işaret ederek Stalin’in söylediği rivayet edilen “nicelik de başlı başına bir niteliktir” sözüne, bu sözü Lenin’e atfederek göndermede bulundu. Böylece bir youtuber’ın ifadesiyle “Güvenlik Konseyi’nin Marxist-Leninist teori oturumu”nu başlatmış oldu.

Pierce daha sonra Rusya’nın Suriye devletini savunmasının Marx’ı mezarında ters döndüreceğini iddia etti. Çünkü Rusya Marx’ın savunduğu ilkeler üzerine kurulmuş bir ülkeydi.

Pierce ya Sovyetler Birliği’nin hala var olduğunu zannediyor ya da Rusya’yı kasti olarak Sovyetler Birliği’nin devamcısı olarak göstermek istiyordu.

Bütün oturum boyunca riyakarlık sanatında yeni bir zirveye tırmanan batılı ülke temsilcileri karşısında Rusya’nın BM elçisi Vassily Nebenzia, ciddiyeti, sözlerini tartarak konuşması ve yalanları tartışmaya yer bırakmayacak biçimde ortaya koyması ile takdiri hak ediyordu. 

Pierce’ın Marx-Lenin göndermelerine de bozulmuş görünmedi. Tam tersine mevkidaşını Marxist-Leninist klasikleri bildiği için tebrik etti ve Lenin’in ölmeden önce yazdığı son yazısının başlığını hatırlattı: “Az olsun öz olsun.”*

Bu sözle, Rusya vetosunun emperyalistlerin Güvenlik Konseyi’nde oluşturduğu ağırlığa karşı değerini vurguluyordu.

Rusya Suriye’ye dönük son provokasyon karşısında BM’deki performans dahil tüm araçlarıyla ağırlığını koydu. Trump’ın cici füzelerine Suriye’de karşılık verileceğini de açıkça ifade etti. 

Ancak birkaç gün içinde bir ülkenin başkentine füze gönderme noktasına gelecek kadar eşikleri kolay aşan emperyalist batı ittifakı karşısında Rusya’nın ne kadar caydırıcı olabildiğini görmüş olduk.

Demek ki yaygın olarak iddia edildiği gibi Soğuk Savaş’a dönmemişiz.

Ve demek ki Rusya Sovyetler Birliği’nin devamcısı filan değil.

Diplomatik misyonların niteliği gibi belli devlet geleneklerinin sürüyor olması ya da Rusya’nın Sovyetler’den devraldığı muazzam askeri altyapı Rusya’yı Sovyetler yapmıyor ve dünyamızı Soğuk Savaş yıllarındaki gibi emperyalist zorbalığın frenlenebildiği bir yer de yapmıyor.

Doğrusu şu ki hiçbir fren kalmamış durumda.

Aradaki farkın çok karmaşık olmayan bir nedeni var. Sovyetler Birliği denen ülkenin üzerinde yükseldiği, İngiliz elçi Pierce’in de göndermede bulunduğu temeller bu ülkeyi aynı zamanda bir sınıfın ve bir dünya görüşünün temsilcisi yapıyordu. Sovyetler Birliği, hem çeşitli sosyalist devletlerin hem de kapitalist ülkelerin emekçi sınıflarının parçası olduğu kalıcı ve düşmanıyla tarihsel olarak uzlaşma ihtimali olmayan bir ittifakın sözcüsüydü. Bugünkü gibi ertesi günü görüp göremeyeceği belli olmayan ilkesiz ittifakların değil, bir sistem olarak sosyalizmin varlığının caydırıcı olduğu bir dünyaydı Soğuk Savaş dünyası.

Yalnızca askeri caydırıcılık değil güçlü bir ideolojik caydırıcılıktı söz konusu olan.

Emperyalistlerin risk hesapları bugünkünden farklıydı. Sovyetleri ya da müttefiklerini karşılarına alacakları bir girişimin kendi ülkeleri dahil her yerde çarpan etkisini hesaplamak zorunda oldukları bir uluslararası ortam vardı.

Bugünse uçuşan tehditlerden barbar saldırılara ne kadar kestirme bir yol olduğuna bir kez daha tanık oluyor. Bu tablo bu hafta Güvenlik Konseyinde kendini gösteren hayalete kapitalistler ve onların savaş çığırtkanı temsilcileri hariç bütün dünyanın ekmek su kadar ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.

* “Luçşe menşe da luçşe”.  4 Mart 1923’te Pravda’ya yayınlanan yazısında Lenin Sovyet devletinin 5 yıllık kuruluş sürecine dair kimi eleştirilerde bulunuyor, ülkenin hızla ve çalakalem atılan adımlarla değil adım adım sağlam biçimde kuruluşu gerçekleşen bir devlet aygıtına olan ihtiyacını vurguluyordu.