Kim daha Ortodoks?

Bu ayın başında Ukrayna krizi yeni bir meyve verdi ve Doğu Ortodoks Kilisesi’nin fay hatlarında büyük bir deprem yaşandı.  

Ukrayna hükümetinin çabaları sonuç verdi. Fener Rum Patrikhanesi Rus Ortodoks Kilisesi’nden ve Moskova Patrikhanesi’nden bağımsız (otosefal) olacak yeni bir Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin varlığını tanıdı. Bunun üzerine tüm dünya Ortodokslarının merkezi olma (ekümeniklik) hüviyetini Fener Rum Patrikhanesi’nin elinden almak için burasıyla rekabet halinde olan Moskova Fener’le bütün bağlarını kopardığını ilan etti.

Bir grup papaz birbirine girdiyse bundan bize ne diyebilirsiniz.

Ancak birincisi kilise krizi Ukrayna üzerinde dönen uluslararası hesaplaşmanın bir parçası ve kriz hükümetlerin kavgasından bağımsız değil. Ortodoks kiliseleri içinde açık ara cemaati en büyük, en nüfuzlu ve etkili kilise olan Rus Ortodoks Kilisesi’nin arkasında kapı gibi bugünkü Putin iktidarı var.

İktidarın konunun üzerine aşırı derecede düşmesi ve ulusal kilisenin nüfuzunu bunca önemsemesi siyasetle dinin ne kadar iç içe geçtiğini gösteriyor.

Kilise nüfuzu üzerinden kopan fırtınanın eski Sovyet topraklarında cereyan ediyor olması ayrıca dikkate değer. Bu olgu sosyalizm sonrası yeni koşullara adapte olmakta zorlanan toplumların dinselleştirilmesinin karşıdevrim programının parçası olduğu gerçeğini hatırlatıyor.

Kısacası papazlar bizi ilgilendiriyor. 

Onlar bugün olduğu gibi 100 yıl önce de karşıdevrimin neferleriydiler. Çarlığın egemenlik aygıtının önemli bir bileşeni olarak toplumsal adaletsizliğin üzerini dini taassupla örtmekte mahirdiler. Ekim Devrimi’ne karşı çıkanların başını kilisenin üst hiyerarşisi ve onun güdümündeki yerel rahipler çekiyordu.* Bolşeviklerin Şubat 1918’de “Kilise’nin Devletten Ayrılması” başlıklı kararnameyi yayınlaması ile birlikte ruhban sınıfı aktif direnişe geçti. Çünkü kararname varlık zeminlerini ortadan kaldırıyordu. Rus Ortodoks Kilisesi’ni bir kurum olarak lağvediyor, tüm yasal yetkilerine son veriyor, tüm mal varlığını kamulaştırıyordu. Moskova Patrikhanesinin güdümünden çıkarılan ve birer devlet malına dönüştürülen yerel kiliseler halkın inançlı kesimlerinin ibadet amaçlı kullanımına açılmıştı. 

Dinsel inancın bireysel vicdan konusuna dönüşmesi yüzyılların bakiyesi olan kilise kurumunun gücü ve etkisi oranında gösterdiği direniş nedeniyle sancılı oldu.

Ruhban sınıfının kendi cephesinden büyük bir yıkım ve zulüm öyküsü olarak anlattığı Sovyet sosyalizminin kuruluş yılları çok boyutlu bir aydınlanma dönemiydi. Politik ve sosyal haklarını kazanan, modernleşen, kentlileşen, eğitim gören Sovyet halkının dinsel konulara ilgisi azaldı. Kiliseye dönük aidiyet ve düzenli dinsel pratik ise marjinal bir olguya dönüştü.

Kilisenin dönüşünü sembolize eden olaysa 19. yüzyıl zevksizliğinin güzide bir ürünü olan ve 1931’de yıkılan dev Kurtarıcı İsa Katedrali’nin eski yerine yeniden dikilmesi oldu.** Ancak ekonominin krizde olduğu 1990’lar boyunca bu tür sembolik meydan okumaları arttırmak mümkün olmadı. Aslında Yeltsin azılı bir gerici olmakla birlikte kilise ile ne yapacağını tam olarak bilemiyordu.

Bir program çerçevesinde devlet ve kilisenin milliyetçi-mukaddesatçı izdivacını gerçekleştiren kişi Vladimir Putin oldu.

İktidara gelişiyle birlikte Putin’in sadık bir Ortodoks olduğu resmi olarak her fırsatta vurgulandı. Annesinin kendisini babasından gizli nasıl vaftiz ettirdiğinin öyküsünü kendi ağzından dinledi Rusya halkı. Putin’in dini ayinlerde sık sık yer alması ve bunların her birinin uzun uzun yayınlanması halkı kiliselere sevk etmenin bir aracı oldu. Putin her yeni başkanlık dönemine kilisede başladı.***

Kilisenin yeniden inşası çerçevesinde yüzlerce yeni kilise ve dini okul Rusya’nın dört bir yanından pıtrak gibi bitmeye başladı. Kiliseye geniş devlet arazileri hibe edildi.

Putin Ortodoksluğu hem toplumsal bir tutkal olarak görüyor, hem de dünya siyasetinde Rusya’ya kazandırmaya çalıştığı “geleneği ve yüksek ahlakı temsil eden” ülke görüntüsünün parçası yapmak istiyordu. Moskova Patrikhanesi bu uluslararası mesaj açısından da önem kazanmış, tüm Ortodoks dünya üzerindeki nüfuzunu pekiştirmek için adımlar atmaya başlamıştı.

2009’da Moskova Patrikliğine uzun yıllar kilisenin uluslararası faaliyetine yön veren üst düzey pozisyonda görev yapmış, çok dilli, belagati kuvvetli Kirill’in seçilmesi tesadüf değildi.

Kirill’le birlikte artık Ortodoks kilisesi gerici fikirlerini her fırsatta devlet televizyonundan ikna edici bir hitabetle zerk edebilirdi. Putin ve Medvedev’in yanında yurtdışı ziyaretlerinde yer alması da olağan karşılanır oldu.

Kilise aynı zamanda bir devlet politikası olan aile kurumunun desteklenmesinin altını koyuca çiziyor, feministleri ailenin düşmanı ilan ediyor, kürtaja karşı çıkıyor. Kürtajın yasaklanması için lobi faaliyetini sürdüren papazlar evlilik töreninde kürtaj yapmayacağına dair kadının yemin etmesi gibi yaratıcı çözümler üzerinde duruyor.

2012’de Pussy Riot adlı grup seçimlerde kilisenin Putin’i desteklemesini protesto için

Kurtarıcı İsa Katedrali’nde gösteriye kalkışınca safları sıklaştırmak için yeni bir imkan doğdu. Katedralde “kiliseyi savunmak için” devletin organize ettiği 65 bin kişi gösteri yaptı. Grup üyelerine yapılan baskılar kiliseye ve dine hakareti suç sayan bir yasanın çıkarılması ile taçlandı. Kilise tekelini güçlendirmek için kilise dışında tüm dini faaliyet ve propagandayı yasaklayan düzenlemeler de buna eklendi.***

Kirill defalarca homoseksüelliği yasakladı. Dünyanın bu en saçma yasağına 2013 yılında Putin hükümetinin çıkardığı LGBT propagandası yapma yasağı eşlik etti. Örneğin yasaya göre eşcinsel bir çiftin sokakta el ele yürümesi propaganda kapsamına giriyor ve cezaya tabi olabiliyor.

Dini eğitim kurumlarının artmasının yanı sıra örgün eğitimde dördüncü sınıf öğrencilerine zorunlu din dersi getirilmesi de bir devlet-kilise işbirliği örneğiydi.

Fener Rum Patrikhanesi’nin Ukrayna kararından sonra Putin’in inancının otantikliğine ilişkin yazı ve demeçler arttı. Bir yazar Putin’in kiliseyi tüm Rus çarlarından daha çok desteklediğini, samimiyetle Ortodoksluğa bağlı olduğunu yazmış. Putin iktidarı kiliseyle işbirliği, kiliseyi kullanarak toplumu kontrol yeteneğini arttırma çabası ve dinsel bağlılıkları uluslararası rekabette araçsallaştırması bakımından tüm çarlarla yarışabilir. Putin’in gerçekten inanıp inanmadığının ise hiçbir önemi yok ve bizi gerçekten ilgilendirmiyor. 


* Çarlığın son yıllarında büyüyen toplumsal muhalefetin de etkisiyle kilisenin içinde de çürümeden, kilise hiyerarşisini sınıfsal olarak bölen eşitsizlikten şikayetçi reform yanlısı sesler yükselmeye başlamıştı. Bunların bir kısmı daha sonra kızıl rahipler olarak anılır olmuş, Bolşeviklerle ittifak yapmış, devrim sonrası “Yaşayan Kilise” adıyla Ortodoks hiyerarşisinden bağımsız halkçı bir kilisenin kuruluşuna bile imza atmışlardı.

** Moskova’nın en merkezi noktalarından birinde yer alan kilisenin yerine Yüksek Sovyet binasının yapılması planlansa da araya savaş girdi. Onun yerine halka açık bir yüzme havuzu inşa edildi. Çözülüşün ardından okullarda kilise yıkıldığı için bu havuzda çok sayıda insanın boğularak öldüğü hikayesi çocuklara anlatılan standart bir yalana dönüştü.

*** Bununla birlikte, son teknoloji ile üretilen askeri uçakların papazlar tarafından resmi devlet törenlerinde takdis edilmesi örneğinde olduğu gibi dinsel ritüeller devlet yaşamının doğal parçası haline geldi.

**** Çeşitli anket sonuçlarına bakılırsa bütün bu çabalar çok ciddi sonuç vermiş gibi görünmüyor. İnsanların çoğu Ortodoksluğu bir aidiyet olarak benimsemiş olsa da pek azı düzenli kiliseye gidiyor ya da kendini belli bir kiliseye bağlı hissediyor. Yüzde 15’ten azı ayda bir kez kiliseye uğruyor, haftalık ziyaret edenlerin oranı yüzde 5 civarında.