Bu Papa başka Papa

Latin Amerika’da son 15 yıldır yaşanan gelişmeler kıtadaki siyaset dilinde de önemli değişikliklere neden oldu. Çıta öyle bir yükselmiş durumda ki, bizim buralarda olduğu gibi açıkça emek düşmanlığı yapmak, özelleştirmeleri savunmak, zenginleri methetmek hiçbir sağcıya fayda sağlamıyor. En güncel örneklerden biri yeniden Venezuela başkanlığına oynayan Henrique Capriles. Komprador kökenli aşırı sağcı biri olan Capriles şu an bıraksanız iktidardakilerden daha köklü sosyal politikalar uygulayacak.

Aynı bağlamda değerlendirebileceğimiz bir başka güncel örnek de Vatikan’ın yeni kralı Bergoglio. Bir geleneği bozarak eski papalardan birinin adını almak yerine yoksulların dostu olarak nam salmış Aziz, Assisili Francis’in adını kendine uygun gördü. Seçildiği günden beri egemen medyada Bergoglio’nun ne kadar mütevazi olduğunu, kişisel masraflarını kilise kasasından karşılamadığını, ülkesi Arjantin’deyken toplu taşıma araçlarını kullandığını ve yoksul mahallelerini gezmeyi alışkanlık haline getirdiğini okuyup duruyoruz.

Vatikan’ın ilk kez ‘üçüncü dünyadan’, Latin bir cizvit papazını Papalık makamına getirmiş olması radikal bir karar belki, ama bir tesadüf olduğu söylenemez. İşin bir kısmı Vatikan’ın kendi kokuşmuşluğu ile ilgili. Ayyuka çıkan pedofili iddiaları, Vatikan Bankasındaki kirli hesaplar vs... Bir bakıma ‘başka bir dünyanın insanı’ olan Bergoglio’nun Vatikan’ın dağılan itibarını toparlamaya yarayacağı düşünülüyor olmalı.

İşin bu köşeyi asıl ilgilendiren kısmı ise şu: Papalığa Bergoglio gibi birinin seçilmiş olmasının son yıllarda bir sol yükselişe ev sahipliği yapan Latin Amerika’ya yönelik bir mesaj içerdiği düşünülebilir mi? Bunun yeni bir müdahale enstrümanına dönüşebileceğini öne sürmek fazla mı kuşkuculuk olur?

Nasıl olsun ki! Vatikan’ın sicili ortada. II. Dünya savaşının ardından tam bir Soğuk Savaş üssüne dönüşmüş olan Vatikan yıllardır emperyalizmin stratejik açılımlarının hizmetinde. Papalık icad olduğundan beri İtalyan kökenli olmayan ilk papa ünvanına sahip Polonyalı II. John Paul’ün, kendi ülkesinde ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinde sosyalizmin çözülüşünde oynadığı rolü hatırlamak yeterli olur sanırım.

Vatikan’ın Latin Amerika’nın 1960’lı ve 1970’li yıllardaki kanlı askeri diktatörlüklerine hem kendisine bağlı ulusal kiliseler düzeyinde hem de merkezi düzeyde verdiği destek de biliniyor. II. John Paul’ün 1983’te gerçekleşen Latin Amerika turunda el sıkışmadığı diktatör kalmamıştı. Bugün kendi ülkesinde soykırım suçlaması ile yargılanan Guetamalalı diktatör Efraín Ríos Montt da el sıkıştıklarından biriydi. Aynı gezide John Paul Latin Amerika’da 1960’larda ortaya çıkan ve en fazla cizvitler arasında yaygınlaşan anti-emperyalist ‘Kurtuluş Teojisi’ni de kınamış, muhalif papazlara son derece ironik biçimde ‘bir ideoloji için hayatı feda etmeye değmez’ mesajı vermişti.*

Eğer kuşkularımız doğruysa Vatikan önümüzdeki dönem Latin Amerika’da kıtanın düşüşte olan ulusal kiliselerine eski itibarlarını kazandırmanın ötesinde roller üstlenecek. Kıta sağına yeni sol dalgayla mücadele edebilmesi için siyasi ve ideolojik cephanelik sağlayacak ve kritik dönemeçlerde sol liderleri ters köşeye yatıracak girdilerde bulunacak. Bu durumda, Vatikan’a lazım olan tabii ki John Paul gibi tescilli bir sağcı, bir anti-komünist değil, hem kişiliği hem de cizvit olması itibariyle yoksul Latinlerin gönlünü kazanacak potansiyele sahip biriydi.

Öte yandan, yeni seçilen Papanın bir cizvit olsa da vaktiyle Kurtuluş teolojisine yakın durmuş, ülkesindeki ve kıtadaki emperyalist müdahalelere ve askeri diktatörlüklere karşı direnmiş olması beklenemez. Nitekim Bergoglio ismi telaffuz edilir edilmez Arjantin’deki Kirli Savaş döneminde diktatörlüğe destek verdiği iddiaları ortaya çıktı. Ancak şu da hesaba katılmalı: Bergoglio’nin gerçekten Latin Amerika’yı hizaya getirmek gibi bir işlevi olacaksa, açıktan suça karışmış biri olması beklenemez. En fazla Kirli Savaş’a, ‘göz yumma’ biçiminde, kanıtlanması güç bir dahli olmuş olabilir.

Herhalde tersi olsaydı, Arjantin’in bugüne kadar Kirli Savaş suçlarının üzerine en fazla giden iktidarının tepesindeki isim Cristina Fernández de Kirchner’in de tavrı biraz daha mutedil olurdu. Yıllardır kendisine açıktan muhalefet eden, otoriterlikle suçlayan yeni Papa’yı seçilir seçilmez hediyeleriyle ziyaret etmez, İngiltere ile olan Malvinas Adaları (İngilizlerin taktığı isimle Falkland) meselesi konusunda kendisinden yardım istemezdi.

Tabi böyle hassas bir ulusal meseledeki yardım talebini ‘artık gerisini Papa düşünsün’ demeye getiren akıllıca bir politik hamle olarak okumak da mümkün...

*Latin Amerika’da sömürgecilik döneminde yerli halkların ve Afrika’dan getirilen siyahların katolikleştirilmesinde önemli bir rol oynamış Cizvit tarikatına mensup pek çok din adamı 1960’larda kilise içinde yükselen bir sol akım olan Kurtuluş Teolojisine destek sağlamıştır.