Bizim Amerika’nın İsrail’i görev başında

ABD’nin Latin Amerika’ya yönelik yeni taarruz girişimi olağanüstü bir hızla ete kemiğe bürünmeye başladı. Daha önce bu köşede tartıştık. ABD Chavez’in ölümünü fırsat bildi, kıtadaki hassas dengeyi kendi lehine bozmak istiyor. Artık ABD’nin başta CIA, USAID ve ABD ordusu olmak üzere çeşitli kurumları ile yürüttüğü rutin faaliyetlerden değil araçları az çok ortaya çıkmış basbayağı yeni bir “oyun” denemesinden söz edebiliyoruz.

Bundan iki yıl önce gürültüsüz patırtısız kurulmuş ve bugünlere hazırlandığı şimdilerde anlaşılan Pasifik İttifakı bu yeni araçlardan biri. Latin Amerika’nın kapıdan kovduğu Amerikalar Serbest Ticaret Bölgesi (ALCA) anlaşmasını bacadan sokma girişimi bu. ABD bu kez yakın müttefikleri Meksika, Şili, Peru ve Kolombiya’yı kullanarak açıyor serbest ticaret kartını. Kıtanın kararsız ve zayıf iktidarlarını yanlarına çekip ABD’yi dışlayan mevcut entegrasyonun ilerlemesini durdurmak en önemli hedefi.

Bu hafta asıl bahsetmek istediğim ilginç bir gelişme, Pasifik İttifakı’nın hareketlenmesi ile az çok eş zamanlı yaşandı. Geçmişte de Latin Amerika’nın İsrail’i sıfatıyla anılan Kolombiya, bu sıfatı hak edecek şekilde NATO ile flört etmeye başladı. Kolombiya’nın büyük düşündüğünü söyleyen Başkan Santos işin üyeliğe kadar varabileceğini ima etti. Üyeliğin önünde malum coğrafi nedenlerden kaynaklanan teknik bir engel var. Ama Kolombiya’nın bu konudaki en büyük destekçisi NATO’nun biricik efendisi ABD olunca, neden olmasın diyoruz.

NATO üyeliği girişimi ile birlikte ABD’nin iyice sabırsızlandığı ve Santos’un daha uzun erimli diyebileceğimiz stratejisine tahammülünün kalmadığı iyice ortaya çıktı.
Neydi bu strateji?

Kolombiya her yıl binlerce köylünün, sendikacının, aydının öldürüldüğü bir ülke. Büyük toprak sahiplerinin ana bölmesini oluşturduğu sermayedarlarla uyuşturucu tüccarı paramiliter güçlerin koalisyonu tarafından yönetilen bir ABD uydusu. Bu haliyle kıtasal ve küresel ölçekte pek itibarı olmayan bu ülkenin başına 2010 yılında eski dönemin savunma bakanı Santos seçildi. Santos, ülkeyi ABD’nin daha nitelikli bir taşeronu haline getirecek adımlar atmaya girişti.

Öncelikle Venezuela’yla bir önceki dönemdeki gibi savaş durumu yaratacak ve iki ülke arasındaki büyük ölçekli ticareti baltalayacak restleşmelere girmeyecek, farklı ama uyumlu komşuyu oynayacaktı. Bunu yaptı. Dahil olduğu bölgesel birlikler içindeki pozisyonunu da uyumlu bir çizgiye çekti. Sonra ülkede yıllardır savaşan güçlü gerilla örgütleri ile barış yapmaya karar verdi. FARC gerillaları ile Venezuela’nın ve Küba’nın arabuluculuğunu kabul ederek ve ciddi bir toplumsal seferberliğin ortaya çıkmasına izin vererek barış sürecini başlattı. Barış sürecinin nereye evrildiği başka bir yazının konusu ama barışın bir kez daha hayal olma olasılığının son gelişmelerle güçlendiğini söyleyebiliriz.

Şimdi son birkaç ayın bu gelişmelerine bakalım. Santos, Venezuela muhalefetinin son seçimlerde yenildiğini hala kabul etmeyen lideri Henrique Capriles ile görüştü. Seçimlerin ardından 11 Bolivarcı Devrim taraftarının ölümüne neden olan bu zatın Santos tarafından kabul edilmesi, Venezuela-Kolombiya ilişkilerinde bir dönemin kapanışına işaret etti. Venezuela bu görüşmeyi sert biçimde yanıtladı, barış görüşmelerindeki arabulucu rolünü sona erdirdiğini açıkladı. Capriles’in görüşme girişimlerine Kolombiya ile aynı çizgideki Meksika ve Şili’den ret yanıtı gelmesi, Kolombiya’nın Venezuela karşı devriminin merkez üssü olarak belirlendiğini gösteriyordu zaten. Nitekim, görüşmenin ardından Venezuela arka arkaya Bogota’dan çevrilen dolaplara ilişkin bilgiler vermeye başladı. Venezuela’nın iki farklı eyaletinde yakalanan farklı iki Kolombiyalı paramiliter örgüte mensup gruplar Madura’ya suikast hazırlığındaydı ve Venezuela bu grupların Kolombiya devletinin üst makamlarından emir aldığını söylüyordu.

Bu gelişmelerin üzerine NATO üyeliği girişimi eklendi. Bunun Latin Amerika’nın ilerici güçleri için ne anlama geldiğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Kolombiya-NATO ilişkisinin bölgeyi emperyalist işgale açmanın bir aracına dönüşebileceğini en iyi onlar biliyor. Bu nedenle Venezuela ve diğer solun egemen olduğu ülkelerden arka arkaya sert tepkiler geldi.

Ancak bu yeni saldırı hükümet açıklamaları ya da misillemeleri ile değil Latin Amerika halklarının topyekün ayağa kalkması ile göğüslenebilir ancak. Sanırım bu da başka bir yazının konusu...