Tek Kutup NATO mu?

Fransa'nın NATO'nun askeri kanadına dönmesi ile ilgili gelişmeler NATO'nun artan öneminin bir yeni işaretidir. Geçtiğimiz günlerde Fransa'yla ilgili olarak, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin Ortadoğu turnesi ve NATO'ya dönüş arzuları eş zamanlı olarak gündeme geldi.

ABD'nin açtığı alan sayesinde Ortadoğu'da "iş çevirme" hamlelerini başlatan Fransa Cumhurbaşkanı Irak, Umman, Bahreyn ve Kuveyt'i kapsayan bir bölge turu yaptı.

Irak'ta kukla Başbakan Nuri El Maliki'nin "ABD'nin eski etkisinin kalmadığı" açıklamaları eşliğinde sahne alan Sarkozy, Irak'a Avrupa'nın daha fazla el atması gerektiği mesajını verdi. Kuveyt ziyaretinde de İran ile ilgili görüşlerini açıklayarak "artık biz de varız" demiş oldu.

Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus'un, "Biliyorum AB'nin daimi başkanı olmayı isterdi. Bu çok insani" diyerek iğnelediği ve hatta "İyi bir başkanlık dönemi için hiperaktif olman ve her hafta sonu bir AB zirvesi düzenlemen gerekmez" diyerek dalga geçtiği Sarkozy'nin bu çabaları ABD'nin "yeni dış politikası"nın açtığı alanda karşılık buluyor.

Yalnızca Fransa değil, Almanya da kimi adımlarını daha cesurca atıyor. Suudi Arabistan'ın eski istihbarat şefinden Afganistan için yardım istemeyi de içeren bir "diplomasi" faaliyeti atak olarak görülmeyecek de ne olacak? Prens Türki El Faysal ile Berlin'de "iki ülke arasındaki güvenlik politikaları alanındaki işbirliğini genişletmenin yolları" üzerine günlerce tartışmalar yapıldığı haberleri muhalif sitelere sızdı. İşbirliğinin temel coğrafyası ise "Afganistan sınırı yakınlarındaki Pakistan topraklarının güvenliği" olarak tarif ediliyor. Afganistan'ı Almanya mı işgal etmişti yoksa?

Evet, ABD uluslararası ilişkilerde bir alan boşalttı, ama aslında kimse kendi başına hareket etmiyor. Fransa da "Ortadoğu açılımı"nı yaptığı günlerde, NATO'nun askeri kanadına dönme gündemini açıyor.

Bu örgütün önemine dair kritik bir veridir, ama aynı zamanda yeni çelişkiler biriktirebilme potansiyelinin de. Şimdilik çelişkileri bir yana bırakalım.

Bir uluslararası örgütlenme olarak emperyalist sistemin en ağır krizlerinden sürekli kendisini yenileyerek ve uyum sağlayarak çıkan NATO'ya bu bağışıklık gücünü sağlayan ne olabilir? Herhalde, sistemin kendi mezar kazıcılarını sürekli üretiyor oluşu ve bunun yarattığı tehdit. NATO'nun varlık nedeni, kapitalizmin bekasını, ihtiyaç halinde olağan olmayan araçlarla, sağlamaktır.

Bugün kriz koşullarında geçmiş döneme ait her türlü kurumsal yapı ve statüko sorgulanırken NATO'ya dair en ufak bir sorgulama akıllara dahi gelmemektedir. Sürekli "işbirliği"nin alanlarını genişleten örgüt, her yeni duruma ilişkin kavramsal çerçevesini de yenilemekten geri durmuyor. İster beğenin ister beğenmeyin, zamanında "Sovyet işgali" tehdidini nasıl yutturduysa dünyaya, aynı ikna edicilikle bugün "terör tehdidi"ni de yutturmayı sürdürüyor. İkna olmayanları ikna edebilecek araç ve olanaklara sahip olduğunu da ekleyelim tabii.

Evet, NATO terör tehdidini canlı tutuyor, örgütsel yapısını genişletirken önüne çıkan engelleri yepyeni kavramsal açılımlarla göğüslüyor. Bugün İsrail'in NATO üyesi olduğunu düşünebilirsiniz, oysa değil. Çünkü NATO'nun kurumsal/tüzüksel/kavramsal vs. örgütlenmesinde bu kadar rahat üye kabul etme durumu yok. Ama NATO, "bölgesel işbirliği", "... askeri yardım programı", "barış için ortaklık", "Akdeniz işbirliği" vs. gibi bir dizi başka açılımla birlikte herkese üye muamelesi yapabiliyor.

"Gürcistan'ın NATO'ya girmesi niye tartışılıyor, zaten içinde" şeklindeki değerlendirmeler karşılıksız değil aslında. Elbette, "tam ve resmi üyelik" hukuku ve onun siyasi-diplomatik anlamları daha farklı.

Bu sıralanan özellikleri ve artan önemiyle NATO'nun, -uluslararası sistemin hiyerarşisindeki yeniden yerleşim sürecinden etkilenmenin dışında- sistemin en sağlam kalesi olarak durduğunu hatırlatabiliriz. Emperyalist sistemin lider sorununu tartıştığı bugünlerde, bir kez daha ortaya çıkıyor ki, karşı devrimci örgüt sorunu yaşanmayacak.