Sınıfa ne taşımalı?

“Ya sizin Stalin diye bir arkadaş varmış. O Tarık diye birine yanlış yapmış galiba. Nedir bu?”

Stalin arkadaş, malum Stalin de. Tarık kim oluyor acaba, Tarık Ali mi yoksa? İyi de bu arkadaşlar iyice mi gözü kararttılar, yani postmodernizmin saflarımıza sızdığını biliyoruz da. Hani farklı tarihlerde yaşayan kişilerin birbirine “yanlış yapması” da olmaz ki...

Ama yok, zaten öyle değilmiş, Tarık Trotsky imiş. Tamam, yani, “bizim” Stalin, Trotksy'ye bir yanlış yapmış. Tekel işçisi kardeşimiz de gelip bunu soruyor “nedir” diye. Yani TKP için öyle böyle demiş birileri ya, içine sinmemiş belli: Niye yanlış yaptı sizin arkadaş, bi nedeni olmalı...

Ne yanıt almış onu bilmiyorum.

Söz konusu Tekel işçisi kardeşimizin kafasına bu rahatsızlığı yerleştiren çevrelerden bir başka kişinin de şöyle dediği söyleniyor: “Tamam direniyorlar falan ama, bu işçiler çok bilinçsiz. Ben kaç kere gidip geldim, bir tane bile bilinçli işçi görmedim.”

Birileri de “Biz sizi bilinçlendireceğiz” diyormuş işçilere...

Anlaşıldığı kadarıyla “bilinçlendirme” faaliyetleri hayli yoğun/derin geçiyor. “Stalin arkadaşın Tarık diye birine yaptığı yanlış” çok önemli bir parçası olmalı bu sürecin. Düşünün! Türkiye devrimini yapacak olan işçi sınıfı fertlerinin bu konudaki derinleşmesinin önemini... TKP'liler durmasın! “Stalin'i Anlamak” kitabıyla koşsunlar Tekel işçilerinin yanına... Gün bilinçlenme, bilinçlendirme günü ya, tüm tarihimizi dökelim ortaya.
Neyse... Geri saralım. Belki de, “Dünyayı sarsan on gün” filmindeki o ünlü “iki sınıf var, proletarya ve burjuvazi” repliğini yineleyen Rus askerini hatırla(t)mak gerekecek. O bilinçli miydi acaba, yoksa bilinçsiz bir papağan mıydı?

Hiçbiri! Yalnızca bir askerdi.

“Dev-rim-ci ey-le-mi i-çin i-ki yı-lı-nı ver-miş” olan marksist öğrencinin çığlıkları karşısında ısrarla ve mütevazı bir şekilde aynı şeyi tekrarlıyordu.
Lenin'in Almanlardan para aldığı iddiasına karşın da “net bir yanıtı” vardı:

“- Bunlardan pek haberim yok. Ama söylediği şeyler, ben ve benim gibi olanların işitmek istedikleri şeyler. Görüyorsunuz ya, yine de iki sınıf var, burjuvazi ve proletarya.”

***

Tekel işçisi bilinçli mi, bilinçsiz mi? Hiçbiri! Yalnızca işçi.

Bilinçli işçi nedir? Mesela, sınıfın “beyaz yakalı” olarak adlandırılan daha eğitimli kesimleri daha mı biliçlidir? Ya da sınıfın içindeki solcu işçiler? Direniş deneyimi yaşamış olan işçi, çıkarttığı dersleriyle! daha mı bilinçlidir? Sakın bu işçiler daha yılgın, daha teslimiyetçi ve daha aşınmış bir bilince sahip olmasın?...

Kimdir bilinçli işçi?

***

“İşçi sınıfına bilinç değil siyaset taşınır” diyoruz biz. İlla ki, “taşıma” fiilini kullanacaksak... Siyaset taşınabilir çünkü. Ayrıca -taşıma denecekse illa- taşınması da gerekir. Hatta siyaset taşınmak içindir.

Ama yine de dikkat, taşıma fiilinin icracısı olmak başımızı göğe erdirmez. Siyasetinizi birileriyle buluşturursunuz, sınarsınız, örgütlersiniz. Böylece “büyürsünüz”, güçlenirsiniz.

Bilinç meselesine gelince. Bir yanda geleneksel “bilinç taşıma” ezberi, bir yanda başka geleneksel “eğitim şart” söylemi. Solcu, kendisini “misyoner” görmelidir ama, kafasının üzerinde bir ışık halkası olduğunu düşünmeye başladığında iş değişir. İşte bizim “halka rağmen” problematiğimiz de buralarda şekillenir. Halkçılığımız burada yara alır.

Siyasetimiz ise, o kadar karmaşık değildir. Neredeyse “İki sınıf var: Proletarya ve burjuvazi” kadar yalındır.

Otoriteyse, siyasetimizin otoritesidir ve bizim ermiş tavrıyla işçilerin arasında dolaşmamız gerekmez, halka rağmen halk için bir şeyler yapıyor olmamız da gerekmez.

Hem siyaseti taşımak, bilinç taşımaktan daha insani ve meşru bir faaliyettir.

“İnsani” dedim. Siyasetin insaniliği konusu başka ve uzun bir hikaye...